Söyleşiler

SAYFA İÇERİĞİ

Kendimle Söyleşi, Yaşar Özmen Şiir Sarnıcı 
Hidayet Karakuş ile “Çocuk Yazını” Konulu Söyleşi (Şiir Sarnıcı adına)
Emel Yelkenci Saral ile “Çocuk Yazını” Konulu Söyleşi (Şiir Sarnıcı adına)
Oya Uslu ile “Çocuk Yazını” Konulu Söyleşi (Şiir Sarnıcı adına)
Seçkin Zengin’in Yaşar Özmen’le Söyleşisi (Güncel Sanat Dergisi'nde yayımlandı)
Silgi Dergisi’nin Yaşar Özmen’le Söyleşisi (Silgi Dergisi'nde yayımlandıYAŞAR 



YAŞAR ÖZMEN
KENDİMLE SÖYLEŞİ


“Kendimle söyleşi” mi? Doğrudan yazmak yerine kendimle neden söyleşiyorum ki?

Türk yazınındaki çoğu söyleşi, standart soruların farklı iletişim kanallarıyla sorulması ve söyleşenin de uygun bir zamanda yanıtlayıp iletişim olanaklarıyla geri göndermesi biçimindedir. Buna, sayısal teknolojinin kolaylığı diyelim. Günümüz söyleşileri, bazı yayın kuruluşları dışında genellikle böyle yapılıyor. Bu söyleşide farklı bir yöntem deneyeceğim. Bunu, kendimi öne çıkarmak gibi bir amaç için değil; gerekli bilgilerin ilk ağızdan ortaya konulması ve önemli bir yönteme dikkat çekmek için yapıyorum. Neden? Bana göre söyleşi, ilk giriş sorusundan sonra verilen yanıtların ve özellikle sorulmak istenen soruların şekillendirdiği, yönlendirdiği bir süreç olmalıdır. Yani zamana ve sanatçının yarattığı değere tanıklık etmek üzere kullanılan bir yöntem olmalıdır. Söyleşi yapan da söyleşen de açığa çıkması gereken bilgiyi bulmaya yönelmelidir. Çünkü söyleşi, bir test ya da sorgulama yöntemi değil; konuyu en iyi bilen kişiden en doğru, en tutarlı ve ders değerine sahip bilgiyi açığa çıkarmak üzere yapılmalıdır. Özellikle edebiyat alanında elime geçen söyleşileri zaman zaman okuyorum; ne var ki çoğu, ağızda kalması gereken tadı duyumsatmıyor. Aslında sanatçının yaşam öyküsü okur için o kadar da gerekli bir bilgi değildir, onun bilincinin ve düş dünyasının kurguladığı öyküdür okurda değer yaratacak olan. Bunu açığa çıkarmanın yolu, önemli bir eğitim sürecinin peşinden gelebilir ancak. Bu yüzden söyleşi yapan, söyleşenden daha ayrıntılı bilgiye sahip olmalıdır…  Şimdi bu söyleşide durum, bire birdir; soran da yanıtlayan da aynı altyapıya sahiptir. Kırma, çekinme ve üzme gibi endişeden dolayı sözün ölçülüp tartılmasına gerek yoktur. Bu yüzden sorular, kısa, yalın, içten bazen de alaysama biçimindedir. Yanıtlarsa sorulardan daha fazlasıdır…

‘Soran sen, yanıtlayan sen, bu söyleşi mantığına aykırı bir durum değil mi,’ diye yadırgayabilirsiniz. Yazında aykırılıklara da yer vermek gerekir. İşte bu yüzden aykırı bir durumu, sayfalara taşımak istedim. 

Bana göre, “Doğal ve bilgi açığa çıkarıcı söyleşi biçimi, kendi kendinizle yaptığınız söyleşidir.” Çünkü içtenliklidir. Soruya göre değil, gerekli olana göre şekil aldığı için daha bilgilendirme temelli olacaktır. Örneği var mı, görmedim ama deneyelim ne olur ki? Ben böyle bir yöntem deniyor ve kendimle söyleşiyorum; her ne kadar kalıplaşmış söyleşi yöntemine uyum sağlamadıysam da “İlk elin günahı olmaz” derler. Öyle diyorum da benim görmediğim bilmediğim birileri denemiş olabilir bu yöntemi. Bilinir ki edebiyat alanı çok geniştir ve her bir metni takip olanağımız yoktur.

Edebiyat tarihinde Şiir Sarnıcı adında bir dergi yer alacaktır mutlaka. Araştırma konusu olursa ya da kaynak gerekliliği duyulursa, birinci ağızdan bu derginin tarih doğrusunu çizmek gerekir, değil mi? Amacım, magazinsel olana değil, gerçek ve yaşanabilir olanla yüz yüze gelip gelecek kuşaklara doğru bilgi aktarabilmektir. “Bırakın bunu edebiyat tarihçiler araştırıp bulsun” diyorsanız bu yanlış bir tutumdur. Millet olarak arşive ve kayda yeterince değer vermediğimiz için tarihimizin ilk zamanları hatta yakın tarih belleklerimizde eksiktir. Bunun için, hem kurumsal yapılar hem de bireysel çalışmalar, geleceğe ışık tutacak şekilde bugünden düşünülüp ona göre kurgulanmalıdır.

İkincisi, özellikle şiir konusunda yazılıp çizilenlerin dışında farklı bir şeyler saptadım ve bunu kitaplarımda açıkladım. Sıradan şeyler değil; sanatın/şiirin tanımı, çözümü ve ölçümü için önemli konular. Eskiye hayranlığımız yeni bilgiye yatkınlığımızdan kat kat üstün olduğu için, bu bilgileri inceleyip, anlayıp kabullenebilen yeterince olmadı kanısındayım.  Bunları, gelecek kuşakların belleğinde doğru konumlanması için söyleşi aracılığıyla belirtmem gerektiğini düşündüm. 

Özetle kendimle söyleşi amacımın en duru anlatımı şudur: Sanata, özellikle Türk şiirine, yeni bir bakış açısı kazandırmak için saptadığım konuları bir kez daha dillendirme ve geleceğin belleğinde doğru konumlanma çabasıdır.

Ben kimim ki kendi kendimle söyleşi yapıyorum?

Adımın ve kim olduğumun bir önemi var mı? Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın kurucusu, yöneticisi ve yayımcısıyım. Birkaç şiir kitabım birkaç da deneme kitabım var. Ben adıma, yaptıklarıma ya da bulunduğum ortama hiç takılmadım. Kendime ilişkin sorun yaşamadım. Çünkü evren ve toplam yaşamı düşündüğümüzde bir nokta kadar bile değiliz; bunun bilincindeyim. Nasıl ve ne yapabilirim ki insanlığa bir yararım dokunur, gelecekte de anımsanacak bir değer yaratabilirim, sorusuyla yaşadım bunca yıl. Bilinmesini ve yazılı kaynak olarak kalmasını istediğim birkaç konu var ki o da, Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın edebiyat tarihine doğru geçirilmesidir. İkincisi ise sanatla ilgili bazı önerilerim ve kuram saptamalarım oldu. Bunların, araştırma konusu olarak geleceğe aktarılmasıdır. Ayrıca bugüne kadar aldığım eğitim ve kişisel çabalarım, yeterince birikim sağlayıp ürüne dönüşmüşse neden gelecek kuşaklara aktarmayayım? Tüm bunlar bireysel bir çabadır ve sorumluluk duygusundan kaynaklanıyor olmalıdır. 

Günlük cerideler ve resmi kayıtlar olmasına karşın bu ülkenin kurtuluş mücadelesi bile çarpıtılabiliyorsa, bir takım kitlelerin belleğinde başka biçimde yer alabiliyorsa, oturup yazdığımız her metnin gelecekte alacağı değeri hesaplamak zorundayız. Çağdaş insanın ortak tutumunun böyle olması gerektiğini düşünüyorum. İşte bu yüzden ortaya konan bilginin ilk ağızdan aktarılması için kendimle söyleşi yapma gereği duyuyorum.

Şiir Sarnıcı’nın doğuşuyla ilgili düşüncelerimi biraz olsun açalım mı?

Sancısız, basit, tek kişilik bir düşüncenin doğumudur Şiir Sarnıcı (e-dergi). WEB tasarımı üzerinde çalışırken tasarladığım sayfalara bir şeyler yazma gereği duydum. Önce sanat sitesi olarak tasarlamaya çalıştım, daha sonra blok sayfasına yöneldim.  Ah bir bilseniz, bilgisunar (internet) bu konuda ne çok olanaklara sahip; özellikle yayımcılar için. “Bilgisunar ortamında önemli olan WEB sayfası hazırlamak değil, sayfanın içeriğidir.” derdi WEB tasarım hocam. Bunun yanında aklımda okunabilirliği, güvenirliği ve tarafsızlığı yüksek bir yazın dergisinin düşü hep vardı. Küçük bir araştırmadan sonra, tek başıma yürütebileceğim bir iş gibi geldi. Sayısal teknoloji olanaklarının sonuna kadar kullanılabileceği, emek dışında maliyeti olmayan, maliyeti olmayınca da popülist tutumun bertaraf edilebileceği bir yayın ortamı oluşturmak istedim. Şiir Sarnıcı’nı ilk olarak, 30 Kasım 2019 tarihinde aylık olarak blokta, arkasından PDF dosya olarak yayımladım. 01 Ocak 2020 tarihinden itibaren de, üç aylık süreli yayına dönüştürdüm. Ocak, Nisan, Temmuz, Ekim aylarında yılda dört sayı olarak yayımlanmaktadır. Nisan 2021’de, Milli Kütüphane Elektronik Yayın Derleme Sistemine kayıt olarak derginin ISSN (2757-8682) numarasını aldım. Yani derginin künyesi resmiyet kazanmış oldu. Her sayı Milli Kütüphane arşivine kaydedilip onaylanmaktadır. Ayrıca burada şunu belirtmeliyim: Yıllarca yöneticilik yaptım; yani insanla birebir uğraştım. İnsanı çalıştırmanın, işleri düşündüğün/tasarladığın biçimde yürütmenin zorluğunu bilirim. Bu yüzden, teknik ve deneyimsel bilgi dışında, insanın/insanların söz hakkı ve karışmasına olanak tanımayan bir yayın sistemi oluşturdum. Dergi güvenirliğinin ve niteliğinin yüksek olması için, temsilcilikler ve yetkin kalemlerden yayın kurulu oluşturdum. Derginin genel durumu için yön gösteren ve yorumlarını bizden kıskanmayan, yayın kurulumuzun en kıdemli üyesi Hidayet Karakuş’a teşekkür ederim. Bu arada temsilcilerimize ve yayın kurulu üyelerimiz; Dizdar Karaduman, Seval Arslan, Nilüfer Açılan yıldız, Selami Karabulut, Özge Sönmez, Elif Burcu Özkan’a teşekkür ederim. Özellikle yayımlanacak şiirleri, oldukça ince eleyip sık dokuyorlar. Bu konuda Özge Sönmez ve Elif Burcu Özkan’a ayrıca teşekkür etmeliyim.

Aslında sanatın her hangi bir dalıyla uğraşan her insanın zevkle çalışabileceği bir iş dergicilik… Yazınımızda dergicilik, her aklına esenin yapabileceği bir uğraş gibi duruyor.  Bu konuda ders almak istedim; kaynak araştırması da yaptım ama dergiciliğin süreciyle ilgili doyurucu şeyler bulamadım. Çoğu alanda olduğu gibi dergicilikte de güvenilir,  üzerinde çalışılmış, deneyimlerin ders niteliğinde toplanmış bir kaydına ulaşamadım. 

Dergi yayımlamak fazlaca emek gerektiren bir uğraş;  motive edici ögeler ön sıradadır. Basit bir yorum, yararlı olduğuna ilişkin küçük bir tebessüm bile itici güç oluşturmaktadır. Bizim şair-yazarlarımızın dünyası öyle sanıldığı gibi sıradan bir dünya değildir. Bırakın güzel çalışmaların bir ucundan tutmayı, daha doğmadan nasıl öldürebilirim düşüncesi daha coşkundur. Çağımızın ve ülkemiz insanının genel bir tutumudur deyip geçelim. Türkçenin akraba dillerini konuşan çoğu ülkede artık okunuyor dergimiz. Derginin ilk sayılarıyla temsilcilerimiz, arkasından yayın kurulumuz oluştu ve bugün on altıncı sayıya geldik. Tabii ki düşüncesi, görüşü ve deneyimini benimle paylaşıp yol gösteren, destek veren yazar-şairlerimiz oldu. Bu söyleşi aracılığıyla Şiir Sarnıcı’na düşünce bazında bile olsa emeği geçen herkese teşekkür ederim. Biliyoruz ki yazın dergileri, imece yöntemiyle çıkarılır. Sanatçılarımızın katkısı olmazsa yürütülemez.

Su, yaşamın kendidir. Onu gelecek için biriktirmek ve daha kullanılabilir halde tutmak için sarnıçlar kullanılırdı; özellikle yağmur sularının boşa akıp gitmesini önlemeye yönelik. Yaşamın en önemli kaynağını biriktiriyorsunuz. Şiir, dahası sanat da yaşamın bir yüzüdür ve bir yerlerde biriktirilmelidir. İşte yaşamın içinden doğagelen değerlerin bir yerlerde toplanıp, biriktirilip gelecek için saklanması düşüncesinden çıkmıştır Şiir Sarnıcı ismi. Derginin ismine Şiir Sarnıcı demiş olmam, onun salt şiir dergisi olduğu anlamına gelmez. Şiir, çoğu sanat dalının ögelerini içinde barındırır. Sanat yerine şiir dememdeki kasıt budur. Çıkış bildirisinde de yer aldığı gibi Şiir Sarnıcı, sanat ve yazın dergisidir.

Dergiye bunca emek veriyorum; bunca emek ve buna katlanma kararlılığı nereden geliyor?

Aslında derginin ortaya çıkışından bugüne kadar yazın dünyasından beklediğim desteği aldım diyemem. Örneğin gönderdiği şiir ya da metin, dergide yer almayınca hemen bu ortamı terk eden çok yazar ve okurumuz oldu. Dergiye gönderilen şiir ya da metni yayımlamama gerekçemi ilettiğimde aşırı derecede tepkiler aldım. Bunlar dergiyi sürdürme kararlılığıma etkisi olmaz elbet. Ancak şunu açıkça kendimize fısıldamalıyız; ister şiir yazalım ister deneme ister öykü, yazının hangi dalı olursa olsun, olması gerektiği gibi işimizi yapmadığımıza tanık oldum. Yapmış gibi görünenlerin çoğu da, iç yüzüne baktığımızda doyurucu, olması gereken çıtayı aşan şeyler ortaya koymadığını gördüm. Amacım eleştiri değil elbet, kendimizi tanımak zorundayız; tanıyormuş gibi yapmadan… Denemelerimde çok kez dile getirmeye çalışmışımdır: İşin aslının değil, magazinsel bilginin ve yalandan övgünün kahramanlarıyız çoğunluk olarak. Bu yüzden gerçek bilgi, alışkanlıkları yıktığı için dokuz köyden kovulur durumda…

Şiir Sarnıcı’na verilen bunca emeğin altında yatan ana neden; tarafsız, nitelikli, magazinsel bilgi yerine sanatsal bilginin öne çıkarılmasına yönelik bir edebiyat harmanı oluşturma isteğidir. Bunu başarabilir ve sürdürebilir miyim? Gerçekten emin değilim. Öyle metin ve şiirler geliyor ki şaşırmamak elde değil. Öyle denemeler, öyle kitaplar, öyle çeviriler, öyle dergiler okudum ki bunlar için neden sayfa harcanmış diye sormadan edemedim çoğu zaman. Bunlar, okurlarımı karamsarlığa itmesin isterim. Her şeye karşın sanat ve onun alt dalı olan edebiyat ülkemizde gelişiyor ve dönüşüyor. Küllerinden yeniden doğan toplumların sanatı da edebiyatı da bu evrimi yaşamak zorundadır. Çok iyi yapıt ve metinler var elbet edebiyatımızda; ne var ki evrensel boyuta ulaşacak yapıtımız yeterince olmadığı kanısındayım; benim açgözlülüğümden kaynaklanan bir değerlendirme de olabilir tabii.

Şiir Sarnıcı’nın hedefi nedir?

Büyünce adam olup dünyayı değiştirmek değil tabii ki. Derginin çıkış bildirisinde: “Uluslararası düzeyde nitelikli bir yazın dergisi olmak ve sanatçılarımızın yapıtlarını ülkemiz ve bütün dünyaya duyurabilmektir. Yeni ve farkındalıklı bir sanat/şiir dünyasının önündeki sorunları görünür kılmaktır. Özellikle, tozlanmış bilgilerden, genellemelerden, yalan yanlış söylemlerden, hiçbir mantığa dayanmayan genel geçer kabullerden biraz olsun arındırmaktır Türk şiirini… Etik bir yazın/şiir dünyasının düzlemini hazırlamak ve estetik değer algısını, daha somut şeylerle törpülemektir.” diye bir hedef belirlemiştim. Ayrıca hakemli dergi düzeyine gelebilmekti kafamda tasarladığım. Ancak hakemli dergi olma tasarısı, ülkemiz sanat anlayışında çok olası görünmüyor. Dil sanatları, daha doğrusu edebiyatın her dalı, usta çırak biçiminde yön bulduğu için bu işin; felsefesi, estetiği, çözümü ve ölçümüyle çok az kişi uğraşmaktadır. Bir kere sanatta çözüm ve ölçümü, belli bir düzeye çıkarmadan yapılacak her şey havada kalır. Bugün bile, yapılmışın tekrarı ya da irdelemesi olan çalışmasını hakemli dergide yayımlattım diye ortalarda dolaşan akademisyenler olduğuna göre, hakemli dergi aşamasına daha çok yolumuz var kanısındayım. Nasıl bu kanıya vardım, onu da açayım. Bugüne kadar hakemli dergilerde, uluslararası dergilerde yayımlananlardan, sanat fakültelerinin seminer bildirilerinden ya da çalışmalarından Türk sanatı için ortaya çıkarılmış yeni bir şey, keşif ya da kuram saptandığını gösterin, ben de inanayım. Açık çağrı yapıyorum; sanatla ilgili yeni bir şeyler saptandığını bilenler bizleri aydınlatsınlar; sözlerimi geri almaya hazırım. Sanat fakültelerinde bu işlerle uğraşan çok sayıda akademik personel var; ortalarda dünya sanat alanında kaynak gösterilecek kaç yapıtları vardır sizce? Şapkamızı önümüze koyup sağduyu çerçevesinde düşünmek zorundayız. Bana göre en önemli soru da şu olmalıdır: Biz bu işin neresinde ne kadarız?  Bulunduğu yeri bilmeyenin gideceği yerde bezi olmaz… 

Aslında Şiir Sarnıcı’nın çıkış gerekçelerinden biri, dünya yazar/şairlerini bir platformda buluşturup tartıştırmak ve birbirleriyle sağlıklı, sanatsal içerikli iletişim kurulmasına ön ayak olmaktı. Zaman zaman ülkemiz yazar/şairlerini dergi aracılığıyla tartışma zeminine çekmeye çalıştım. Ne yazık ki ülkemiz edebiyatçıları; tartışmaktan, eleştirilmekten, karşı düşünceden öyle korkuyorlar ki bu nasıl kırılır, bilemiyorum. Görüşüne, sanat hakkındaki bilgisine, küçük bir eleştiri getirdiğinizde dünyanın en kötü ve en ukala insanı oluveriyorsunuz. İletişimi anında kesiyorlar. Eleştirilmek, bir sanatçı için bulunmaz bir değerdir; tabii anlayana… Elbette Şiir Sarnıcı, zamanla kendi kurumsal kültürünü oluşturacak ve herkesin etrafında yer almak isteyeceği bir konuma gelecektir. Bu konuda ümitliyim. Çünkü doğru bilgi, dokuz köyden kovulsa da o, gelecekte bu harmanda mutlaka başköşeye oturur.  

Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın, Nisan 2023’te 16. Sayısı yayımlanacak. Derginin yayın ortamı, okunma durumu, beğeni durumu nedir?

Elimden geldiğince renkli, tarafsız ve güvenilir bir dergi yayın ortamı oluşturmaya çalışıyorum. Ne var ki dergicilikte nitelikli yayın ortamı oluşturmak önemli değil; ne kadar popülist davrandığın, birilerinin nazını ne kadar çektiğinle ilgilidir. Şair ya da yazarın ününe değil, ortaya koyduğu ürüne baktığımdan biraz zorlanıyorum. “Söyleyecek sözü olan, yapıtını okurla paylaşmak isteyen şiir/metin/yorumuyla katkısını yapar.” İlkemiz gereği, bazı özel konular dışında yazarlardan yazı ya da şiir istemiyorum. 16. Sayıya gelmemize karşın, halkın gözünde yer edinmiş pek çok adı bilinen şairimiz, bir şiiriyle ya da yorumuyla katkı yapmamıştır. “Ne kadar ekmek o kadar köfte” mantığı her alanda geçerli olduğu gibi bu sofrada daha yoğundur. İyi şeylerin ucundan tutmak yerine nasıl öldürürüm coşkusu, fazlasıyla pirim yapan sanat endüstri gerecidir. Yani görmezden gelmek, en ağır yaptırımdır. Ayrıca yeni bir şeyler ortaya çıktığında o şey, kanaat önderlerinin kucağına sığmıyorsa uzun süre sıkıntı yaşamak kaçınılmazdır. İyi ki Şiir Sarnıcı’nın ekonomik ve birilerine bağımlı kalmak gibi bir kaygısı yoktur. Burada başka bir sıkıntının olduğunu da anlıyorum. Şiir Sarnıcı’nın yönünü, düşüncesini anlayıp bir dizgeye henüz oturtamadı çoğu dostumuz. Magazinsel prestij kaybı korkusundan dolayı uzak duranlar çoğunlukta... Biliyorsunuz ki yazınımızda asıl olan edebi yetkinlik değildir; birilerinin tarafındaysan ve yardakçılığın güçlüyse etrafında o yolun yolcuları hemen toplanır. Buna da dik duruş gibi bir öykü uydurulur. Şiir Sarnıcı, yazın ve sanat dergisidir. Üstünlük öykülerine, ayrılmışlık, bölünmüşlük ve aidiyeti ödünç kişiliklere kulak asmaz. Açık bir söylemle, Şiir Sarnıcı yapay öykülerin içerisinde olmamak üzere yola çıkmıştır. Dergide aradığım ölçüt, güvenirlik; yayımlanan metinlerde aradığım ölçüt ise yapıtın estetik değeri ya da sanat değeridir. Çoğu okurumuz soracak; sanat değeri ya da estetik değer, iyi de bu göreceli bir şey nasıl böyle bir ölçüt koyuyorsun? Evrende ölçülemeyecek hiçbir şey yoktur; yeter ki ölçü aygıtınız ve ölçü biriminiz uygun olsun. İşte ben, bu aygıtı ve ölçü birimini oluşturmaya çalışan bir yazın yolcusuyum. 

Derginin okunma durumu hakkında net bir şey söyleyemem ama tıklanma oranı Türkiye’de yayınlanan edebiyat dergilerinden en az on kat fazladır. Ayrıca salt ülkemizde değil, tüm dünya ülkelerinden tıklanıyor… Bunların ne kadarı okunuyor ya da tıklanıp geçiliyor bilemem. Ayrıca dergi 104 dile çevrilebiliyor. Ne var ki ne kadar çevrilip okunduğunu izleyemiyorum. Bunun dışında derginin PDF dosyası sosyal medya hesaplarımdan ücretsiz indirilebilir. Sosyal medyada yazın dostlarının olduğu gruplara PDF dosyasını yüklüyorum. Dahası iletişim adresi bende kayıtlı olan (1500 kadar) tüm e-posta adreslerine derginin her sayısını gönderiyorum. Yazar-çizer-şair çevresinin pek çoğuna dergi ulaşıyor; ne var ki birkaç teşekkürden başka sessiz bir kabullenişin boşluğunda kayboluyorum. Görmezden gelmenin dayanılmaz hoşluğu deyip geçelim. Sayısal teknoloji ve sayısal dergiye uzak duran oldukça fazla şair-yazar var hâlâ. Okunma oranında, biraz da sayısal teknolojiye uzak durmanın etkisi var görünüyor. Başka bir şey daha var ki ben burada bunu dillendirmek istemiyorum.

Beğeni durumunu sormuştum kendime… Bunu ben de bilmiyorum. Tıklanma oranı yüksek ama yorum sayısı oldukça düşüktür. Bugüne kadar ki deneyimimden biraz da sanat çözümlemesi ve ölçümü bilgime dayanarak şöyle diyebilirim: İyi iş yapıyoruz ekip olarak ve bir asır sonra bile dergimiz isteyen okura ulaşacak biçimde sayısal teknolojide kayıtlıdır. Biz ticari bir dergi olmadığımız için beğeni değildir asıl olan, beğeni değeri olan yapıtlarla yol almaktır. Edebiyat tarih kütüğüne çakılacak çivinin kalıcılığıdır.

Dergide yayımlanacak şiir, metin ve görselleri neye göre seçiyorum?

Doğrusunu söylemek gerekirse çok fazla seçeneğim olmuyor. Yüzlerce yazı ya da şiir gönderilmiyor dergiye. Gelen metin ya da şiirlerin büyük çoğunluğu daha ilk bölümce/biriminde dergide yayımlanıp yayımlanması gerektiği anlaşılıyor. Bilgisayar yazı programlarını kullanım eksikliğinden olacak ki çoğu metin, fazlaca düzeltme istiyor. Sanat/şiir çözümlemesine yönelik oldukça ayrıntılı çalışmalarım var. İleride söz edeceğim. Sanat çözümleme tekniğine egemen olan bir kişi, neyin şiir neyin şiir olmadığını, hangi yazının gerçekle veya alanıyla çelişip çelişmediğini, daha ilk bakışta anlar. Tabii ki ben her metne ve şiire, ayrıntılı bakıyorum, düşünce geçerliliği ve estetik değeri konusunda az çok bir sonuca varabiliyorum. O zaman, biraz da olsa şiir değeri ya da metnin düşünce değeri varsa yayın kuruluna yayımlanması için öneriyorum. Çıkış bildirimizde “Dilsel şiddet içeren, ideolojik ve dinsel dayatmaya yol açan, propaganda, dinsel tebliğ ve misyonerlik amaçlı, bağıran, çağıran, hakaret eden ve kişiyi hedef alarak yazınsal eleştiri mantığını aşan metinler, sanat anlayışımıza sığmaz” diye belirttim. Bu, önemli bir ölçüttür benim için. Bu tümce, başta göreceli gibi anlaşılabilir ama son derece işe yarıyor ve somut çözümlere ulaştırıyor beni. Bu ölçütlere uymaya çalıştığım zaman estetik değer olgusu öne çıkıyor. Yayımlanacak metinleri, yazım ve noktalama açısından inceleyip, varsa sıkıntıları düzeltip yayın kuruluna gönderiyorum. Yayın kurulundan bir üye bile “Bu yazı dergide yer almamalı” diyorsa o metni yayımlamıyorum.

Dergide sanat felsefesine yönelik nitelikli yazılar yayımlamak istiyorum. Ne var ki bu konuda çok az yazı geliyor. Dahası, genellemelere boğulmuş bir şiir düşünce dünyamız var. Her birey en iyisini yazdığını sanıyor, ne var ki gönderilen yazılara veya şiirlere baktığımda dergiyi dolduracak nitelikli metin zor buluyorum. Yapıtın organlarından hücre bileşenlerine kadar her ayrıntıyı çözümlemeden sanat üretmeye yönelmiş bir anlayış bu. Başka bir söylemle, şiirin organlarını,  organların içeriğini çözümlemeden şiir nasıl yazılır diye sayısız kitap ve ders notu dolaşıyor ortalarda. Önce şiirin organları, hücre bileşenleri çözülür ondan sonra şiirin nasıl yazılacağına geçilir. Eğer öyle olmazsa öykünmeden öte geçilemez. Bunu sanata çözümlemeli bakış kitabımda açıklamaya çalıştım ama ne kadar ilgi görür, bilemiyorum; dahası ümitsizim. Bu ortamda alışılmış bir tutumumuz var; “Üzüm üzüme bakarak kararır.” İşte bu sanatın hiçbir dalında geçerli bir yöntem değildir. Özgünlük ilkesine aykırıdır.

Şiir Sarnıcı’nın yayımcısı olarak, emek dışında maliyet gerektiren bir durum olmadığından popülist söylemlere gerek duymuyorum. Derginin çok okuru olmuş olmamış ya da dergi yayın yaşamını sürdürmüş sürdürememiş çok bir önemi yok. Nitelikli, tarafsız, sanat etiği çerçevesinde, ağırbaşlı, sanatsal ve yazınsal bir harman oluşturmaktır amacım. Bu yüzden bazı konuları açıkça konuşup kendi düzeyimizin resmini gerçekçi bir şekilde çizmeliyiz. Öyküyü, ben en iyisini yaparım gazelini, bir yana bırakıp konuya biraz bilimsel normlarla bakmanın zamanı gelmiştir, çağımız gereği… Güzel Sanat ve Edebiyat Fakültelerindeki akademisyenlerimiz alınmasınlar. Hazırlıkları ne aşamada bilmiyorum ama az çok tahmin edebiliyorum. Sanat ve edebiyat tarihçiliğinden sıyrılıp çağın sanata yükleyeceği değişkenlere hazırlık yapmak gerekir diye düşünüyorum. Bu tümceden okurlarım ne anlar bilemem. Öyle bir çağ geliyor ki henüz düşlerimize sığmayacak kadar karmaşık. Sanatın ilkelerini tam ortasından yarıp yere serecek biçimde…     

Dergi okurlarından geri bildirim alıyor muyum?

Şiir Sarnıcı’nın sıkı okurları var. Zaman zaman not, yorum veya mektup gönderiyorlar. Ancak ben yapım gereği övgü içerikli mektup, yazı, not gibi iletileri yayımlamıyorum. Zahmet edip geri bildirimde bulunan okurlar, lütfen alınmasınlar; eleştiri olmadığı sürece övgü türündeki iletiler, okurla aramda özel bir iletişimdir. Eleştiri olursa hem bana hem okura bir bakış açısı sunacağı için onlara dergide yer veririm. Çoğu şair/yazar dostlarımız, her nasıl olursa olsun gönderdiği ürün yayımlanacak gözüyle bakıyorlar, yayımlanmayınca da sitem ediyorlar ya da dergiyi izlemeyi bırakıyorlar. Her yayın kuruluşu gibi Şiir Sarnıcı’nın da dikkate aldığı ölçütler var ve çıtayı geçmeyen metinler yer almamalı dergide. Doğrusu, geri bildirimlerin büyük bir çoğunluğu neden şiirinin/metninin yayımlanmadığına dairdir.

Söyleşinin en önemli sorusunu soruyorum şimdi kendime. Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın geleceği konusunda ne düşünüyorum?

Beklenti, umuttur. Ucunda görünen bazı veriler vardır ki beklenti oluşmuştur. Bu nedenle diyorum ki derginin yayın yaşamını sürdürememesi ya da durdurması için üç olasılık vardır: Birincisi, hukuki veya resmi bir zorlamayla yayın yaşamının sona erdirilmesi ki ben bu olasılığı az görüyorum. Düşünce suçundan dolayı dergi kapatmak her anlayışa kısmet olmayacak kadar uç bir konudur. Bundan sonra öyle bir anlayışın baskın olamayacağı bir ortama doğru gidiyoruz. Çünkü bu konuda genç kuşaklara güveniyorum; saçmalamayacak kadar ayakları yere basan bir kuşak yolda, bunu görüyorum.

İkincisi, bu dergi, ben emek vermek istediğim sürece yayın yaşamını sürdürebilir. Çünkü çoksesli olmak isteği olsa da tek ses olarak da yoluna devam edecek birikime sahiptir. Yani tek kişi olarak bile bu dergiyi sürdürme gücüne ve birikimine sahip olduğumu söylüyorum. Ayrıca, ekonomik kaygısı, okur sayısı, sürdürümcü sayısı gibi sorunu yoktur. Tek kaygısı estetik değer üretebilmesi ve okurun güvenini kazanacak işlerin altına imza atabilmesidir. Yayımcı olarak emek vermeyi göze aldığım sürece bu dergi yayın yaşamını sürdürebilir.

Üçüncüsü ise daha farklı bir boyuttur. Şiir Sarnıcı, hedeflediği konuları gerçekleştiremeyip atıl kaldığını duyumsadığında yayım yaşamını kendiliğinden durdurabilir. Yani ötenazi yapabilme hakkı saklıdır. Ancak şunu biliyorum ve gözlüyorum. Bir derginin hak ettiği yere gelebilmesi için en az yirmi yıl yayım yaşamını sürdürmesi gerekir. Çünkü çağdaşım olan şair ve yazarlar, derginin ucundan tutma konusunda çok nazlı davranıyorlar. Derginin nostalji değeri oluşuncaya kadar uzunca bir zaman gereklidir. Bu demek ki yeni bir şair-yazar kuşağının egemenliği… Bu süre için fırsat olur mu bilmem ama ben bu dergiyi tek başıma da olsa yıllarca sürdürebilecek olanağa sahip olduğumu okurlarıma bir kez daha anımsatmak isterim.

Ben emek vermek istemediğimde ya da benden sonra dergiyi sürdürebilecek kişiyi/kişileri hazırlamam gerekir. Bu konuda kafamda bazı tasarılar var ama kendime bile söylemek istemiyorum şu anda…  Süreklilik esastır. Yani, benden sonra bu dergiyi sürdürecek birilerini yetiştirmek, benim diğer bir sorumluluğum olduğunu biliyorum.

Söyleşiyi çok uzattım. Biraz da diğer çalışmalarımdan söz etsem nasıl olur? “ Örneğin Şiir Çözümleme Tekniği”ni konuşalım. 

Söyleşi uzun olsun, zaman alsın ama ortaya çıkarılmış yeni bilgi yitip gitmesin. Bu söyleşi, tarihi bir belge olacağı için merak edenler okuyabilir, tersi durumda arşivde yıllarca araştırmacılarını bekleyebilir. Araştıran olmazsa da ceninde uykusunu sürdürür. Birileri uyandıracaktır mutlaka onu güzellik uykusundan, eminim. Çünkü sanata/şiire yönelik ortaya koymaya çalıştığım şeyler, bugüne dek söylenmiş konular değildir. Birincisi, yapıtın iç ve dış organları dâhil hücre ile DNA’sını çözmeye yöneliktir. Öyle olunca yapıt nasıl üretilirden nasıl okunura, izleyicide yarattığı etkiden gelecekte alacağı anlamsal değere kadar ister istemez bir süreci kapsar… Örneğin yazınımızda çoğu şiir yazıları, şiir nedir ve nasıl yazılıra yöneliktir. Oysa şiirin DNA’sını ve her organın birbiriyle olan ilişkisini çözümlemeden şiir nedir ve nasıl yazılır sorusuna verilecek yanıtlar havada kalır. İşte ben yapıtı oluşturan ögelerde ve ögelerin birlikteliğinde var olan etkileşimi ve onun yarattığı estetik değeri çözmeye çalışıyorum. Bu az bir şey değil. Prof. Dr. İsmail Tunalı’nın, “Sanat eserini ontik bir bütün ve integral bir varlık olarak kavramak.[1]” sözü böyle yapmamızı gerektiriyor. Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği, bu düşünceden yola çıkarak oluşmuş bir sistemdir. Burada ayrıntılarını vermeyeceğim. Bunları kitaplarımda bulabilirsiniz.

Ayrıca bütün kitaplarım herkesin ulaşabileceği şekilde sosyal medya hesaplarımda PDF dosya olarak yüklüdür. Ayrıca, Milli kütüphane Elektronik Yayın Derleme Sistemi’ne kayıtlıdır.  Bilgiyi, yapıtı, kıskanmak gibi bir anlayışım yoktur; isteyen istediği şekilde indirip okuyabilir paylaşabilir, alıntı yapabilir. Herkesin yakındığı yayınevi ve telif hakkı sorununu, kökten çözmüş bulunmaktayım.

Şiir Çözümleme Tekniği, sanat yapıtının ontik bütünlüğü ve integral yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme tekniğidir.  Ayrıca şiir eğitimi ve öğretimi yöntemidir. Şiirin varlık katmanlarını inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya yöneliktir. Bunun yanında, şiirin kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin okurla karşı karşıya gelmesinde ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel sonuçlara ulaşmaya çalışır. Diğer taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl yazıldığı gibi sorulara ayrıntılı artalan bilgisi sunar.

Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği, üzerinde çalışılması gereken bir konudur. Her sanat türü için kullanılabilecek dinamik bir süreci ve ayrıntıları barındırır. Örneğin bu tekniğin sürecini incelerken iki ayrı kurama ulaştım. Öyle sanıyorum ki burada daha başka kuramlar da saptanabilir. Şimdilik benim görüş açım ve yetkinliğim bu kadardır. Daha ötesini görebilen gözler mutlaka olacak ve o saklı kuramları bulup çıkaracaklardır. Sanatın çözümü ve ölçümü için daha nesnel sonuçlar elde edilecektir, umarım.

Bu konuda söylemem gereken özel bir konu vardır: Sanat/şiir Çözümleme Tekniği, adından da anlaşılacağı gibi bir tekniktir. Bunun sınırlayıcı bir bağlamı olamaz. Teknik, bilginin mevcut bilince göre en kullanılabilir şeklidir. Bu yüzden bu tekniği, sınırlayıcı ya da kuralcı bir mantık açısından görmeyiniz. Var olan bilginin en kullanılabilir biçimini önünüze koyacak bir dinamizme ve esnekliğe sahiptir. Akademisyenin, sanatseverin ve okurun, sanat kültürüne bakış açısını ve yaklaşımını az çok kestirebildiğim için özellikle belirtmek istedim. Çünkü bu teknik, salt çözümleme tekniği değildir; aynı zamanda şiiri anlama ve öğrenme yöntemidir.

Kuram nedir? Kuram saptadığımı söylüyorum, bunlar nedir ve işlevlerini nasıl tanımlıyorum? Rastlantısal anlam kuramını anlatsam mı?

Öncelikle şunu belirtmeliyim: “Kuramsal bilgiyle iyi şiir yazılamaz” efsanesiyle yetişmiş bir şiir yolcusuna; kuramdan, kuram saptamış olmaktan, ya da kuramsal bilgiden söz etmenin etkili bir durum olmadığının farkındayım. Ne var ki kuramsal bilgi, herhangi bir sanat dalının hamuru ve çamurudur. Elinizde hamur yeterince değilse ya da kıvamlı değilse ne yaparsanız yapın öykünme aşamasından özgünlüğe geçemezsiniz.

Konumuz edebiyata dönelim. Edebiyatla ilgili kuramı nasıl tanımlamalıyız? Örneğin yerçekimi yasası gibi var olan; soyut yaşanan ancak nicel değişkeni ve etkeni daha fazla olan; bilimsel verilerle bizim saptadığımız genellenebilir, gözlenebilir, denenebilir ve doğrulanabilir sonuçlara yönelen olgu ve süreçlerdir. Yani olay/olgu ilişkilerinde zaten var olan ve yaşanan, benzer her etkinin özdeş sonuçlara yöneldiği, gözlenebilir çıktılara neden olan ilkeler bütünüdür. Daha kısa anlatımla, herhangi bir etkinin benzer sonuçlar verdiği ilkeler bütünüdür. Bu açıklamadan sonra, Rastlantısal Anlam kuramından söz edeceğim. Ancak bazı aşamaları açayım ki anlaşılması kolay olsun.

Sanat/Şiir Çözümleme Tekniğini araştırırken, özellikle yapıttaki anlam katmanını ayrıntılı ve alabileceği tüm değişkenleri düşünerek incelemek zorunda kaldım. Anlam tek başına bir katman değil elbet, onun türev katmanları vardır: Örneğin çağrışım ve coşum katmanları gibi… Neden türev katman diyorum? Çağrışım ve coşum katmanı, anlam katmanının derinliğiyle doğrudan ilgilidir. Yapıttaki anlam, insan üzerinde çağrışım, coşum etkisi ve estetik tavır yaratacağı için anlam katmanını aşamalara ayırmak zorunda kaldım. Bunlardan ilki Gerçek Anlam Tabakasıdır. Anlambilimin incelediği tüm olası söz tekniklerini (değişmece, değinmece, benzetme, aktarma anlam gibi) bu tabakada ele aldım. Yapıtın görünen ve ulaşılan anlamını tanımlayan tüm değişkenleri bir çıta altında toplayınca anlam sorunu çözümlenmiyor. Çünkü yapıtın sanat değerini arıyorum. Estetik değer yaratan varlıkları arıyorum. Yapıtın anlamsal değerinin insan üzerindeki etkisini arıyorum. Bir anlamda yapıtla insan arasındaki ilişkiyi çözmeye çalışıyorum. Bu ilişki, bilindiği gibi estetik biliminin temel konusudur. İşi daha estetik bilimine vardırmadan başka bir şeylerin olması gerekir. İşte burada insan bilimleri ve beynimizin çalışma sistemi devreye giriyor. Gerçek anlamdan sonra bir anlam tabakası daha olmalı. Ben buna, Rastlantısal Anlam Tabakası, dedim.  Bu tabaka da yeterli değil; yapıtın estetik değerine ulaşmak için bir tabaka daha ele alınmalı; o da Üst Anlam Tabakası. Bu bölümcede konumuz Rastlantısal Anlam Kuramı olduğundan konuyu daha fazla dağıtmayayım.

Okuduğunuz bir şiir, öykü, roman ya da izlediğiniz bir tablo karşısında okur, gerçek anlamın etkisiyle, uyarılarıyla, anımsatmasıyla belleğindeki bilgi, görüntü ve yaşamsal izler ile halen yaşamakta olduğu düş ve gerçekler toplamından gerçek anlamın dışında bir takım ilgili ilgisiz olay ve olgular içinde düşsel yaşantıya girer. Birincisi, işte burada ana konudan bağımsız düşsel anlama ben “Rastlantısal Anlam” dedim. Gerçeküstücülükte açıklanan ve bizim ileri gelenlerimizin ezber ettiği rastlantısal anlam bilgisinden sıyrılmak gerektiğini anımsatmak isterim. Burada söz ettiğim durum farklıdır.

Rastlantısal anlamı incelediğimizde, yapıtla okur karşı karşıya geldiğinde mutlak oluşan ve yaşanan, belleğindeki izlere göre şekil alan genellenebilir, izlenebilir ve denenebilir bir durum ortaya çıkıyor. İşte bu da Rastlantısal Anlam Kuramının varlığını açıklar. Tabii ki üzerinde çalışılmalı, farklı değişkenler ve farklı disiplinler altında incelenip sonuca gidilmelidir. Kuram oldu da ne oldu yani, diyebilirsiniz. Birincisi, yapıtın sanat değerini belirlemek için önemli bir ölçüttür. İkincisi ise yapıtı üretirken yapıta giydirilecek elbise ile makyaj gereçlerini seçmek için aydınlatıcı pencere açar. Yani yapıtta doğurmak istediğiniz anlamı uyarıcı ögeleri bulup koymanız için bir ışık olur. Üçüncüsü, bir yapıtın geçmişteki anlamsal alanı ile gelecekte alacağı anlamsal değeri tanımlamaya çalışır. Ayrıca,  bugün saptayamadığımız daha pek çok işlevinin olduğunu da dikkate almamız gerekir.

Rastlantısal anlam kuramında ikinci bir konu var ki bu üzerinde çok durulan bir durum değildir. Yapıtın gelecekte anlamsal genişlemesi veya anlamın dönüşmesi olağan bir durumdur. Bunu çoğu eleştirmenimiz ya da sanatçımız önemsiz gibi görür. Ne var ki yapıtın kalıcılığı ve geleceğe açılan penceresi, rastlantısal anlamın ne kadar geniş bir çağrışım yelpazesine sahip olduğuyla ilgilidir. Zamanla insan algısında ve yargısında değişimler olacağı, olay ve kavramlar anlam ve şekil değiştirebileceği için,  gelecekte yapıtınızın anlam genişlemesi veya dönüşümü olasılığı yüksektir. İşte bu genişleme ya da dönüşüm, Rastlantısal anlam kuramıyla açıklanabilecek bir durumdur. Örneğin bugün yazılan bir şiirinizde anlatmak istediğiniz durum,  gelecekte olacak bir olayla birlikte daha vurucu bir değere, daha estetik değer yaratacak duruma dönüşebilir ya da tam tersi olabilir. Şu açıdan önemlidir bu: Şair, şiirini yazarken gelecekte olabilecek olayları öngörüp ona göre şiirini kurgular. Diğer sanat dalları için de geçerli bir durumdur. Bu bilinçüstü yetenek, çoğu sanatçıda az ya da çok vardır. Ayrıca şiirin kalıcılığıyla ilgili bir yargıya varırken,  eleştirirken veya çözümlerken şair, gelecekte olabilecek olası olayları öngörüp ona göre kurgulamış mıdır şiirini? Bu konu, sıradan gibi durmasına karşın beş yüz yıl önce yazılmış şiirleri bugün çözümlemeye çalıştığımızda karşımıza önemli bir ölçüt olarak çıkacaktır.

Özetlersem: Okurun/alıcının; algı, anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden/yapıttan ulaşacağı uzak anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye, “rastlantısal anlam” diyorum.  

İkinci bir kuramdan söz ettim kitaplarımda: Çağrışımsal İmgelem Kuramı. Bunu biraz açmalıyım ki anlaşılma güçlüğü yaşanmasın.

Aslında bu kuramın, yapıtın estetik değerini belirlemede önemli bir ölçüt olacağını başlangıçta düşünememiştim. Uygulama sonuçlarına baktığımda bir yapıtın sanat değeri hakkında karar vermek için önemli bir nesnel ölçüt olarak karşımıza çıkıyor. Bunu nasıl açıklayabilirim? Zor bir soru ve yanıtı oldukça karmaşık. Bazı konularla paralellik gösteriyor. Bu da, yanılma payını yükseltiyor.

İmgelemi düşten ayıran şey, bir yapıtın uyaranlarıyla ulaşılan düş durumu olmasıdır. Düş ise dış etkiden tamamen bağımsızdır; herhangi bir etki/uyaran gerektirmez. İkincisi, yapıttın anlamıyla yapıttan doğan imgelemin arasındaki ayrımı yapmamız gerek. Yapıtın anlamı belli sınırlar içerisindeyken, anlamın yarattığı çağrışımsal imgelem sonsuzdur. Gerçek anlam, rastlantısal anlam ve üst anlam; bize bir yapıtın toplam anlam değerini verir. Çağrışımsal imgelemle, yapıtın uyaranlarına paralel, izleyicinin içine girdiği düşsel yaşantıdan yani imgelem sürecinden söz ediyoruz demektir. Rastlantısal anlam ile çağrışımsal imgelem arasındaki ayrım buradadır. Kısaca, Çağrışımsal İmgelem nedir? Yapıtta var olan değinmece, bağdaştırma, benzetme, değişmece gibi söz sanatlarından doğan imgenin insan üzerinde yarattığı düşsel dünyadır. Salt bu değil elbet, yapıttaki ışık, renk, sözcük, tamlama, aktarma gibi her bir ögenin okur üzerinde yarattığı etkinin toplamıdır. Çağrışımsal imgelem, şairin şiirde kurduğu uyaranlar, duygu değeri ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kayıtlı görüntüler üzerine yaslanarak yeni görüntüler ve duyusal alanlar yaratma sürecidir. Örneğin şiirin söz değerinin, anlam değerinin, estetik değerinin; okur üzerinde yarattığı toplam düşsel süreçtir.  Toplam düşsel sürecin kısa ismi, imgelemdir.

Çağrışımsal imgelem kuramı; yapıtın okurla ilişkisinden doğan imgelemin niteliğini ve kapsamını tanımlayan bir süreçtir. Çağdaş sanat anlayışının “hareket” olgusuna dayanır. Okurla yapıt arasındaki ilişkinin zihinsel sürecini açıklamaya çalışır. Yapıtın anlamının okurun bilgi ve yaşam izleri ile belleğine göre şekil alması, anlamlandırılması üzerine kurulu, uygulamalarla kanıtlanabilir bir görüngüdür. Bilimler arası eşgüdümle denenebilirliği, izlenebilirliği ve genellenebilirliği araştırılmalıdır. Bir sanat yapıtının yaratılmasında, çözümlenmesinde ve eleştirisinde önemli işlevinin olduğunu kendi uygulamalarımdan görebiliyorum.  

Şiir sanatı üzerinden konuşursak şair, okuru imgeleme götürecek gereçleri şiirinde kurarken dayanacağı ilkeler bu kuramın altında saklıdır. Diğer taraftan eleştirmen, şairin şiirinde kurduğu imgelem gereçlerini bu kuramın ilkeleriyle sorgulayabilir.

Çağrışımsal imgelem, üzerinde epeyce çalışılması gereken bir konudur. Yapıtın sanat değerini oluşturan ögeler, çağrışımsal imgelem kuramı ilkelerine dayanarak belirlenebilir, çözümlenebilir, ölçümlenebilir. Çünkü bu konu, yapıta giydirilen anlamın derinliği ve kapsamıyla da ilgilidir. Rastlantısal anlam kuramı ve çağrışımsal imgelem kuramı; bütünlük içerisinde, eşzamanlı, eşgüdümlü çalışan olgulardır/süreçlerdir.

Rastlantısal anlam, aynı zamanda rastlantısal çağrışım da yaratır doğal olarak. Hem rastlantısal anlamın hem gerçek anlamın okurda yarattığı toplam çağrışımsal imgelem; çözmemiz, tanımlamamız ve ilkelerini saptamamız gereken bir düşsel alandır. İşte bu düşsel alan, önemli bir araştırma konusudur. Umarım gelecekte, sanat bilimini bir bilim alanı olarak ele alıp araştıran düşünürler çıkar. Çünkü sanatın alıcıyla olan ilişkisini, salt estetik bilimiyle çözmek olası değildir. Bu ilişki, çok değişkenli ve karmaşık bir ilişkidir. Değişik disiplin ve sistemlerin gözünden de ele alınmalıdır. Örneğin beynin çalışma ilkeleriyle…

Burada bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Sanat, çağrışım, imgelem vs. gibi, sanatsal terimlerden sıkça söz ettim. Ancak söyleşi boyunca sanatın ana ögesi imge sözcüğü, çok seyrek geçmiştir. Dikkatli okurlarımız bunun ayırdına varmış olmalı. İmge ya da imge yaratmak, yazar/şairin işidir. Bu söyleşide üzerinde durduğum konu, yapıtla okur arasındaki ilişkidir. Yani ok şairden çıktıktan sonrasıdır. İmge, uyarandır, çağrışıma sokandır. Söz ettiğimiz kuramlar, imgeden sonra ya da imgenin etkisiyle işleyen süreçlerdir. Kavramlar arası dizilimden söz etmişimdir çoğu yerde. Yani kavramların anlamsal ve konumsal hiyeraşisinden... Sanat üretme kaygısı olan bir sanatsever, bu hiyerarşiyi çok iyi bilmelidir. İmge teriminin söyleşide çok kullanılmaması bundandır.   

Katman Edebiyat Eleştiri Sisteminden söz ediyorum. Bu nedir?

Saf sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği isimli kitabım ve daha sonra kaleme aldığım deneme kitaplarımda, Katman Edebiyat Eleştiri Kuramı diye yazmıştım. Anladım ki bu tip uygulama, yöntem ya da sistemler, kuram[2] olmuyor. Ben de yazınımızdaki akademisyenlerin yorumlarına uydum “kuram” demiş bulundum. Örneğin yöntem olan ancak eleştiri kuramı diye anılan bilgi kirliliğinden etkilendim. Katman Edebiyat Eleştiri Kuramı, aslında Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi olmalıdır.  Bu söyleşi fırsatıyla isimlendirmeyi düzeltiyorum. Şimdi bu sistem nedir, ondan söz edelim.

Katman Edebiyat Eleştirisi, Sanat/Şiir Çözümleme Tekniğini kullanarak, diğer söylemle katman yöntemini uygulayarak daha nesnel, daha tarafsız, bilimsel ve sanatsal bir eleştiri yöntemidir. Üretilmiş bir sanat yapıtının, örneğin şiirin, öykünün romanın ya da tablonun; katman yöntemiyle incelenmesidir. İnceleme; iyi, olumsuz ve geliştirilmesi gereken yanları ile kapalı yanların açığa çıkarılmasına, dolayısıyla yapıtın sanat değerinin ortaya çıkarılmasına yöneliktir. Bir anlamda inceleme sonuçlarına göre estetik yargıya varma yöntemidir. Yani eleştirmenin öznel tutumunu en aza indirerek daha nesnel ve daha bilimsel olana yönlendiren, dahası zorunlu kılan bir algoritmadır. Ne yazık ki yazınımızda eleştiri konusunu sıradan bir iş gibi gören, en iyi şairin en iyi eleştirmen olabileceğini düşünen bir toplumuz. Eleştirmen, farklı disiplinlere egemen olması yanında deneyimi de yeterli olmalıdır. Bu sistemde önerdiğim algoritmik süreci çalıştırabilmek için alanında deneyimli ve yetkin olmak gerekiyor. Bir anlamda sadece edebiyat bilgisiyle sonuçlandırılacak bir iş değildir. Örneğin insan bilimleri en başta gerekli olan disiplinlerdir. Daha anlaşılır bir anlatımla belirteyim: Yapıt hakkında öykücülüğe ve dedikoduya izin vermeyen, yapıtın içeriği, kapalı yanları ve okurda bulduğu değer ile sanat değerini ortaya koymaya yönelik bir süreçtir Katman Edebiyat Eleştirisi… Bugün bu konuya yönelik bir ilgi yoksa bana göre, henüz yazınımızda eleştiri amacı ve içeriğinin ilgili disiplinler nezdinde ele alınmamasından kaynaklanır. Akademik ortamda edebiyat eleştirisi nasıl ele alınıyor, üzerinde çalışmalar ne aşamada, ayrıntısıyla bilmiyorum. Edebiyata ilişkin herhangi bir yapıt hakkında, bu güne kadar altı dolu doyurucu bir eleştirel denemeyle karşılaşmadığıma göre bu konuda önemli bir sıkıntının olduğunu peşinen söyleyebilirim. Ya da ben çıtayı çok yüksek tutuyorum… 

Okurlarımla paylaşmak istediğim diğer konular nelerdir?

Çabam, kişisel bir beklentiden doğmuyor elbet. Öngörebildiğim ya da saptadığım bazı yazınsal sorunların çözümüne yönelik bir uğraştır benimkisi. Dil sanatlarında, özellikle şiir sanatında yaptığım araştırmalar sonunda; geçmişe, öğreti bağnazlığına, özellikle yabancı kaynağa öykünme, taklit ve hayranlık tehdidi altında yönlendirilen bir şiir düşünce dünyasıyla iç içe olduğumuzu gördüm. Dahası şiir yazın dünyasının, var olanı yinelemekten, gördüğü yuvayı yapmaktan öteye geçemediğini düşünüyorum. Geçmiş yapıtlar, bilimsel ya da dilimizde henüz anlamı oturmamış ithal yabancı terimler başlığı altında inceleniyor, değerlendiriliyormuş gibi sunuluyor okura…  Ayrıntısına girdiğimizde, yineleme, öykünme, övgü ve dedikodudan öte yararlı bir çıkarım bulamıyoruz. Şiir düşünce dünyasını ben böyle okuyorum. Bu yüzden özellikle dil sanatlarında, yeni bir bakış açısı geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bunun yolu, sanata çözümlemeli (analitik) yaklaşmaktır; bilimlerle eşgüdümlü yürütmektir. Çoğu sanat alanı, bilim ve teknikle eşzamanlı kendini geliştiriyor; sinema gibi… Dil sanatları, neden atadan kalma yöntemlerle ve genelleme yorumlarla kendine yön bulmak zorunda kalıyor, bunu henüz anlamış değilim. Bir sanat dalının güvenilir bir ödül sistemi ve eleştiri sistemi yoksa söyleyecek geriye ne kalır? Lütfen bakınız bugüne değin peyderpey yayımlanan dünya şiir günü bildirilerine: Şiirin sanat yönüne, dahası şiirin gerçek anlamına değinen kaç tane tümce bulabileceksiniz? Bir örnek daha vereyim: Seçici kurullar tarafından açıklanan şiir ödülü gerekçeli kararlarını lütfen birkaç kez okuyunuz. Kaç tanesinde şiirin sanat değeriyle ya da estetik değeriyle ilgili bir tümce bulabileceksiniz? Yineliyorum; dil sanatlarına yeni bir bakış açısı ve çözümlemeli yaklaşım… İşte ben, şiire yeni bir yaklaşım için bir çığır açmaya, beyin fırtınası için bir temel oluşturmaya çalıştım. Yaratıcılığın çıkış basamaklarına, düş tekniğine ve düşünüş biçimine; yeni ve ayrıksı bir ufuk açmayı denedim. Elbette yeterli değil ama en azından ivme kazandırır, diye umuyorum. Ayrıca üzerinde durduğum gereklilikler, bugün çoğu kalemdaşımız için bir anlam içermiyor olabilir. Ne var ki bu gereklilikler, imgelem dünyamızın uzamı genişledikçe yerli yerine oturacak, sanat ve onun felsefesi vazgeçilemez bir araştırma alanı olacaktır.

Şiiri, öğrenilmiş kaygılarını bir başkasına aktarmak için güzel söz söyleme becerisi gören bir anlayışa sahip değilseniz; onu, bir sanat alanı olarak ele alıyorsanız; iç ve dış dinamiklerine dolayısıyla felsefesine ulaşmak zorundasınızdır. Sanat felsefesi, uğraştığınız sanat dalının arka yüzüdür, daha doğrusu temelidir.  Bilgisayarın çalışma ilkelerine benzetirsek şiir sanatını, onun felsefesi, bilgisayar işletim sisteminin donanımsal ve yazılımsal gücüdür. Öncelikle sanat terimleri ve anlamsal kapsamlarına, özellikle estetik bilimi terimlerine egemen olmanız işinizi kolaylaştırır. Sanat, hangi dalı olursa olsun bütünlüklü bir bilgi dünyasıdır. Bu dünyanın içine girebilmek için ona karşı bilgi üstünlüğü kurmanız gerekir. Bilgi, beceri ve özgüven kazanmanızı sağlar. Sanat bilgisiyle üstünlük kurmak çoğu zaman sanat tekniğine egemen olmaktan çok daha iyidir, kanısındayım.

Naçizane önerimdir genç kuşaklara… Dünya edebiyatındaki sanatla ilgili söylenmiş genellemeleri, özellikle bizim şiir düşünce dünyamızdaki havalı yorumları, akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden kaynak kabul etmeyiniz. Sayılamayacak kadar altı doldurulamayacak genelleme dolaşıyor ortalıkta. “Şiir sözcükle yazılır…” gibi… Bugün, fizik kuramları bile yanlışlanabiliyorsa, en iyi kaynak gösterilen sanat düşünürlerinin söyledikleri de yanlışlanabilir.  Bu tür durumlarda başvurulacak yer, bilimsel veri ve çıktılarıdır; estetik bilimidir.  Ayrıca en iyi kaynak olarak gösterilen şairin söylediklerini, sorgulamadan kabul ediyorsanız işte burada öykünme dediğimiz olay başlamış demektir. Sanatta öykünmeden korunma yolları çok fazla değildir; öykünmeye düşmek ise çok çok kolaydır. Hayranlığınızın kurbanı olmamak, körü körüne izleyici olmamak için sağduyunuzu kullanmalısınız. Sanatta sağduyu, bilimde olduğundan daha fazla gereklidir. Sağduyu, mizah ve yaratıcılık için temel basamaktır. Mantıklısını öngörmeden mizahta aklı şaşırtacak ters ilişkileri kurmanız olası değildir. Bu nedenle, sanat felsefesini kavramak, sanat bilgisine egemen olmak, olmazsa olmazdır.  Kısacası, izleyen değil; izlenen olmak için sanatın arka yüzüne egemen olmak zorundasınızdır.

Ayrıca sanata yönelik; teknik, sistem ve kuram yanında yeni terimler tanımladım. Bunlardan bir kaçını burada paylaşayım sizlerle… Ayrıntıları için ayrıca kitaplarıma[3] bakmak gerekir. Durumsal Estetik Değer, Çağrışımsal İmgelem, Çağrışım Çekirdeği, Şiirsel Ezgi, Çağrışım Saçağı, Çağrışım Yelpazesi gibi…  

Şiir, zamanla ciddi bir sanat alanı olarak görülecek, bunun da bir felsefesinin olduğunun ayırdına varılacaktır. Şiirin de katmanlardan oluştuğunu, her ögenin diğer ögeleri harekete geçiren bütünlüklü bir sistem olduğunun ayırdına varılacaktır. İşte o zaman bu bilgiler, başvuru kaynağı olarak karşımıza çıkacaktır. Çünkü çalışmalarım; şiir nasıl öğrenilirden nasıl yazılıra, nasıl eleştirilirden nasıl ölçülüre kadar tüm şiirsel süreci kapsar.  

Üzerinde özellikle durduğum konu, şiir düşünce dünyasında ezber edilmiş sığ bilgilerin sürekli yineleniyor olmasıdır. Hayranlık ve ulaşılmazlık temeline oturtulmuş bir izleyicilik söz konusudur. Deneyim önemli bir bilgidir, söylenmiş her söz içinde bir şeyler saklar. Ne var ki sayısal ve teknolojik bir sanat dünyasına evrildiğimiz göz önüne alınırsa, bu ezber bilgiler çok işe yaramayacaktır. Yeni bir açı ve ayrıksı bir yaklaşımla ivme kazandırmak zorundayız Türk sanatına/şiirine…

İnsanoğlunun en güzel özelliği, ne bilmediğini bilmemesidir. Sanatla/şiirle ilgili neyi bilmiyoruz, işte onu bilmiyoruz. Bu yüzden, disiplinler arası ilkelerin gözünden bakmak gerekir bazı noktaların ayırdına varmak için. Neyi bilmediğimizin saptanabilmesi için. Yaratıcılığa yönelmek, asıl amaç olmalıdır. Çünkü geçmişi yinelemek ya da geçmişten ders çıkarmaya çalışmak, sanat alanında temel bilgidir ne var ki çok geçerli bir yöntem değildir. Bugün gördüklerinizle gelecekte olabilecekleri görebilmeniz arasındadır yaratıcılık…

Neyse. Açıklamaya çalıştığım konular, anlaşılır olsun diye olabildiğince çaba gösterdim; ne var ki bunlar yeni, karmaşık ve düşünsel çaba gerektirdiği için ancak bu kadar yalınlaştırılabiliyor. Sanat ve yazın adına küçük bir katkım olmuşsa ne güzel… Söyleşimi, okuyup zaman harcadığınız için teşekkür ederim. Okunma eşiğini aştığımı biliyorum. Araştırma yapanlar okusa bile benim için yeterlidir. En azından bir şeyler katabilmişsem dağarcığınıza ne mutlu bana. Esenlikler…



[1] İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, Remzi Kitabevi, 2016

[2]  Kuramla ilgili ayrıntılı açıklamayı Sanata Çözümlemeli Bakış kitabımdan ulaşabilirsiniz.

[3] Kitaplarım ticari değildir. Bilgisunar ortamından, sosyal medya hesaplarımdan ya da Milli Kütüphane EYDES’ten ulaşabilirsiniz.  Maliyet gerektirmediği için kitaplarıma rahatlıkla yönlendirebiliyorum. Ulaşılabileceğiniz kitaplarım:

Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği

İmgelem-İmge-İmgelem (Denemeler-1)

Şiir/Sanat Çözümlemesi (Denemeler-2)

Sanatsal Denemeler (Denemeler-3)

Sanata Çözümlemeli Bakış (Sanatsal Denemeler-4)






HİDAYET KARAKUŞ İLE “ÇOCUK YAZINI”
KONULU SÖYLEŞİ 

Şiir Sarnıcı: Öğretmenim, Şiir Sarnıcı (e-dergi) olarak, Türk Yazını Geleceğe Nasıl Hazırlanmalıdır, konulu söyleşimizin bu bölümünü çocuk yazınına ayırdık. Sizinle çocuk yazınına ilişkin bir söyleşi yapmak istiyoruz. Maksadımız, Türk yazınının geleceğine yönelik belirli konuları ortaya çıkarabilmek; genç yazar ve şairlerin önüne deneyimsel bilgi koyabilmektir.

Çocuk yazını, özel dikkat gerektiren bir alandır. Çocuklarımız geleceğimizdir. Onların temiz bilgiyle donatılması ve geleceğe hazırlanması, aile ve eğitimcilerin işidir. Bir anlamda hepimizin sorumluluğudur. Toplum yaşamını düzenli ve tutarlı bir şekilde sürdürmek, geleceğe güvenle bakmak; çocuklarımızın eğitimi ve yaşama hazırlık derecesine bağlıdır. Bu yüzden, çocuklara doğru zamanda doğru bilginin aktarılması, bilgili ve bilinçli olmayı gerektirir. Konuyla ilgili uzun zaman emek harcadınız ve deneyimlisiniz. Aile, yazar ve eğitimcilerin yararlanması için; bilgi, deneyim ve öngörünüzü, bizimle paylaşır mısınız?

Şiir Sarnıcı: Öğretmenim, yaşam öykünüzden kısaca söz etmek ister misiniz?

Hidayet Karakuş: Eylül 1946’da Yalvaç’ın Kurusarı köyünde doğdum. Köyde ilkokulu bitirdikten sonra 1964’te Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’nu, 1966’da Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdim.

Adana’da, Manisa’da, İzmir’de Türkçe öğretmenliği yaptım. İlk şiirlerim, okul gazetesiyle Isparta gazetelerinde çıktı. Daha sonra pek çok edebiyat dergisinde yayımlandı. Cumhuriyet gazetesinde öyküm, söyleşim, yazılarım çıktı.

Şiir ve romanlarımda toplumcu gerçekçi bir anlayışla insanı temel aldım. Yaşamın kendini heyecanlandıran konularını yalın bir dille, ince, derin bir duyarlıkla yazmaya çalıştım.


Şiir Sarnıcı: Çocuk yazını konusunda çalışmalarınız ve kitaplarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Hidayet Karakuş: Çocuk yazını ülkemizde özellikle UNESCO’nun 1979’u Çocuk Yılı ilan etmesiyle yoğunluk kazandı. Daha öncesinde Kemalettin Tuğcu okunuyordu çokça. Okullara da Tuğcu’nun kitapları pek sokulmuyordu. Yine Talim Terbiye Kurulu onu salık veriyordu. Bence okuma kültürüne çok önemli katkılar yapan bir yazardı Tuğcu.

O yıl Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay, ülkemizin önde gelen yazarlarına birer çocuk kitabı yazdırıp 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’nda binlerce kitap dağıtmak istedi. Kâğıt sıkıntısı vardı ülkemizde. Vedat Dalokay, atık kâğıt toplayarak SEKA’dan aldığı kâğıtlarla o kitapları bastırdı.

1979 yılında ben Sıska Balıkçı’yı yazdım. Çocuk kitabı olarak. Benden böyle bir şey istenmemişti ama aklımda bir konu vardı. Onu masalsı bir roman olarak yazdım. Can Dede’nin Eşeği, Küçük Yeşil Tırtıl, Atatürk Bizi Seviyor, Atasözlerine Öyküler gibi toplam 30 kadar çocuk kitabı yayımlandım.

1997’de Ankara Üniversitesi Türkçe Öğretim Merkezi’nce yapılan bir sormacada en başarılı on çocuk kitabı yazarından biri seçilerek Altın Kalem Ödülüne uygun görüldüm.

Bilgisayara Giren Tırtıl adlı çocuk kitabı Hollanda’caya çevrilmiştir. 2003 İzmir Türkçe Günleri’nde Türkçeye Emek Ödüllerin’nde Özel Ödül, Karşıyaka Belediyesi’nce 2004’te Homeros Şiir Emek Ödülü, 2015’te Homeros Edebiyat Ödülleri’nde Onur Ödülü verildi.

Şiir Sarnıcı: Hem bir eğitimci olarak hem uzun süre bu konuya emek vermiş bir yazar olarak çocuk yazını hakkında neler söylemek istersiniz? Çocuk yazını konusunda; genç yazara ne önerirsiniz?

 Hidayet Karakuş: Çocuk yazını başlangıçta çok tartışıldı. Kimi yazarlar ayrıca bir çocuk yazını yoktur, derken kimileri de çocuk yazını özen ister, özellikle olmalıdır, diyorlardı. Sonuçta 1980’den sonra Türk Çocuk Yazını oldukça gelişti. Pek çok yazar çıktı.

Bu konuda Muzaffer İzgü, Aziz Nesin, Çetin Öner, Mavisel Yener, Hüseyin Yurttaş, Fatih Erdoğan, Aytül Akal, İncila Çalışkan… gibi pek çok yazar çocuk yazını alanında ürün verdiler.

Özellikle Muzaffer İzgü’nün “Çocuk okuru olmayan toplumun büyük okuru yoktur” sözü pek çok yazara ilke oldu.

Çocuk yazını konusunda genç, yaşlı bütün yazarların özen göstermesi gereken konuların başında Türkçe gelir. Dili iyi bilmeli yazar. Bilime aykırı olmamalı yazdıkları. Uzun tümcelerden kaçınmalı. Çocuğun yaşını, sözcük düzeyini gözetmeli. Yeni kavramlar, yeni sözcükler kazandırmalı çocuğa ama onu zorlamadan yapmalı bunu. Safsatalara, hurafelere yer vermemeli. Bilimkurgu da yazsa inandırıcı olmalı. Yazdıklarının bilimsel temeli olmalı.

Çocuğun düş gücünü geliştirmeli. Sorunların çözümünde araştırıcı, sorgulayıcı olmalı.

Şiir Sarnıcı: Çocukların okuyacağı kitaplar, genellikle öğretmenleri tarafından önerilmektedir. Aileleri de bu kitapları ne yapıp edip almak zorunda kalıyorlar.  Ayrıca bu işin bir de ticari yönü vardır. Çocuklarımızın sağlıklı ve daha yararlı kitapları okuyabilmeleri için öğretmelerimize ve ailelere bu yayınlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Hidayet Karakuş: Öğretmenlerimiz de, anne babalar da çocuk kitabını okuyarak salık vermeliler. Okumadıkları kitabı çocuğa önermemeliler. Dahası okuduklarını çocukla paylaşarak dikkatini kitabın içeriğine çekmeliler. Kitap okumada örnek olmalılar.

Şiir Sarnıcı: Teknoloji, çocukların düşünce biçimleri ve dünyaya bakış açıları; sürekli güncelleniyor. Bunların karşısında çocuk yazını da kendini güncellemelidir. Çocukları geleceğe hazırlamak için, çocuk yazınında nasıl bir değişim olmasını bekliyorsunuz? Veya bu konunun uzmanı olarak gelecek öngörünüz nedir? Ne önerirsiniz?

Hidayet Karakuş: Çocuk yazınının teknolojiyle ilişkisi çok gelişti. Pek çok yazar öykülerinde, romanlarında, şiirlerinde yeni gelişmelerin olanaklarından yararlanıyor. Bu kitaplar teknolojinin bilinçli kullanılması konusunda da bir öneri niteliğindedir.

Gelecekte teknolojiye teslim olmuş kuşaklar değil teknolojiyi insanlık için bilinçli kullanan kuşaklar gelecektir. Bugün bazı yozluklar varsa da bunlar zamanla elenecektir. Buna bağlı olarak da yeni, güçlü, özgün yazarlar çıkacaktır.

Şiir Sarnıcı: Bu söyleşide, Türk yazını geleceğe taşıyacak çok değerli bilgiler aktardınız öğretmenim. Şiir Sarnıcı ve dergi gönüllü temsilcileri adına çok teşekkür ederim. 

EMEL YELKENCİ SARAL İLE “ÇOCUK YAZINI” KONULU SÖYLEŞİ

Şiir Sarnıcı: Öğretmenim, Şiir Sarnıcı (e-dergi) olarak, Türk Yazını Geleceğe Nasıl Hazırlanmalıdır, konulu söyleşimizin bu bölümünü çocuk yazınına ayırdık. Sizinle çocuk yazınına ilişkin bir söyleşi yapmak istiyoruz. Maksadımız, Türk yazınının geleceğine yönelik belirli konuları ortaya çıkarabilmek; genç yazar ve şairlerin önüne deneyimsel bilgi koyabilmektir.

Çocuk yazını, özel dikkat gerektiren bir alandır. Çocuklarımız geleceğimizdir. Onların temiz bilgiyle donatılması ve geleceğe hazırlanması, aile ve eğitimcilerin işidir. Bir anlamda hepimizin sorumluluğudur. Toplum yaşamını düzenli ve tutarlı bir şekilde sürdürmek, geleceğe güvenle bakmak, çocuklarımızın eğitimi ve yaşama hazırlık derecesine bağlıdır. Bu yüzden, çocuklara doğru zamanda doğru bilginin aktarılması, bilgili ve bilinçli olmayı gerektirir. Konuyla ilgili uzun zaman emek harcadınız ve deneyimlisiniz. Aile, yazar ve eğitimcilerin yararlanması için bilgi, deneyim ve öngörünüzü bizimle paylaşır mısınız?

Şiir Sarnıcı: Öğretmenim, yaşam öykünüzden kısaca söz etmek ister misiniz?

Emel Yelkenci Saral

Emel YELKENCİ SARAL
: 1957 yılında Bartın’ın Amasra ilçesine bağlı Çakraz köyünde dünyaya geldim. Çakraz deyince içimi bir güzellik, bir sevinç kaplar. Dudaklarımda bir tebessüm belirir. İnsanın doğduğu yeri sevmesi, özlemesi ne güzel bir duygudur.

Annem ve babam, köyün öğretmenleriydi. Onlar da Çakrazlı… Köyün orta yerinde, geniş bir alana kurulu okul ve lojmanda yaşardık. Yaşardık, diyorum; okul da evimiz gibiydi. Temizliğini bakımını hep birlikte yapardık. İlkokul öğrenimimi bu okulda tamamladım.

Ortaokul ve lise öğrenimimi Bartın’da tamamladıktan sonra 1975 yılında Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nde okumaya hak kazandım.  Sonrası Anadolu’nun birçok yerinde Türkçe öğretmenliği… Severek yaptım mesleğimi, öğrencilerimi sevdim, dilimizi sevdim.

Millî Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerinde yöneticilik yaptım. Bu kademeler içinde yetişkin eğitimi yapan kurumlar da vardı. Sosyoekonomik ve sosyokültürel yönden dezavantajlı ailelerin, çocuk eğitimi ve gelişimi konusunda eğitilmesinden sorumlu olarak çalıştım.

2000 yılında emekli olduktan sonra yayınevlerinde çalışmaya başladım.  Ders kitabı yazımı, dil uzmanlığı, editörlük, yayın koordinatörlüğü gibi işler yaptım. Bu süreçte çocuk kitaplarıyla yakından ilgilendim. Okudum, araştırdım, edebî metinler üzerinde çalıştım. Böylece meslek yaşamımda yeni bir kapı açıldı. Çocuk kitapları yazmak…

Yazma hevesim çocukluğumdan beri vardı. Hep notlar alırdım. Ortaokul-lise yıllarımda şiir ve öykü yazmışlığım var. Ama açık söyleyeyim, bu konuda hiç desteklenmedim. Hatta kösteklendim. Yetmişli yılların siyasi yapısı, yazdıklarımdan dolayı etiketledi beni. Bu etiketlenme öğrencilik ve meslek yaşamım boyunda üstümde kaldı.

Şimdi Ankara’da yaşıyorum. Özel bir okulda müdürlük görevini yürütüyorum. Yine çocuklarla ve öğretmenlerle birlikteyim. Bu, yeni bir kan benim için.

Kısaca derken uzunca söz ettim galiba yaşam öykümden. Ama bir yazarın yazdıklarını anlamak için yaşamını bilmek işe yarıyor.

Şiir Sarnıcı: Çocuk yazını konusunda çalışmalarınız ve kitaplarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Emel YELKENCİ SARAL: Bundan dört yıl önce beni tanıyan, özelliklerimi bilen bir yayınevi, okumayı yeni öğrenen çocuklar için öykü kitapları yazmamı istedi benden. Çocuk kitapları yazma serüvenim böyle başladı. “Erinç Bizimle” serisinde 10, “Benim Öykülerim” serisinde 5 olmak üzere basılı 15 adet çocuk kitabım var. Bunlar dışında henüz yayımlanmamış 3-6 yaş dönemine yönelik sekiz adet öyküm bulunmakta. Şu sıralar sekiz yaş üstü bir çocuk romanı üzerinde çalışmaktayım.

Şunu söyleyeyim ki çocuklar için yazmak beni mutlu ediyor. Neden, diye düşündüm: Sanırım biraz da çocuk oluyorum bu süreçte, çocukluğuma dönüyorum, çocuklarla birlikte oluyorum. Bu, beni yenileyici bir duygu.

Kitaplarımın temalarını doğa sevgisi, çocuk ve oyun, doğal malzemelerden oyuncak yapımı, Atatürk sevgisi, aile birliği, farklılıklara saygı, dayanışma, kültürel değerler, bilim kurgu gibi içerikler oluşturuyor. Kitaplarımı yazarken çocuklara cinsiyet rolleri vermemeye, cinsiyet ayrımcılığı yapmamaya özen gösterdim. Örneğin, “Yeleği Keselim mi?” öyküsünde erkek çocuk örgü örmeye ilgi duyabiliyor. Ailesi bu ilgisini destekliyor. Kahramanlarımda erkek ya da kadın baskın değildir. Bir de kitaplarımın eğlenceli olmasına özen gösterdim.

Şiir Sarnıcı: Hem bir eğitimci olarak hem uzun süre bu konuya emek vermiş bir yazar olarak çocuk yazını hakkında neler söylemek istersiniz? Çocuk yazını konusunda genç yazara ne önerirsiniz?

Emel YELKENCİ SARAL: Çocuk yazını, yazın dünyası içinde daha bir önem arz ediyor. Çünkü çocuklar dinlediklerinden, okuduklarından daha çok etkilenmeye açıktır. Henüz kendi süzgeçleri oluşmamıştır. Çocuk kitaplarının özellikleri neler olmalıdır, diye düşününce akla birçok şey geliyor. İçerik özellikleri, biçim özellikleri… Yaş grubuna göre cümle sayısı, cümledeki sözcük sayısı, sözcüklerin anlam özelliği, görsellerin niteliği, metin görsel uyumu, ideolojik yönlendirme ve önyargılardan uzak olması, mizah duygusuna yer verilmesi vb. Bunları uzun uzun anlatmayacağım. Çocuk yazınıyla ilgilenen bir kişinin bunları bilmesi gerekiyor. Araştırır, düşünür bulur. Benim çocuk yazınında genç yazarlara önerim, çocuk gelişimi ve eğitimi konusunda donanımlı olmaları ve çocukları iyi tanımaları. Yazmak birikim işidir. “Dervişin fikri neyse zikri odur.” diye bir söz vardır. Nasıl düşünürseniz dilinize, kaleminize o gelir. Yazarın bilimsel, oturmuş bir düşünce yapısı olması gerekir. Ayrıca ülkemiz ve dünya basınından örnekleri okumak, incelemek; bunlara eleştirel bakmak çok önemlidir.

Şiir Sarnıcı: Çocukların okuyacağı kitaplar, genellikle öğretmenleri tarafından önerilmektedir. Aileleri de bu kitapları ne yapıp edip almak zorunda kalıyor. Ayrıca bu işin bir de ticari yönü var. Çocuklarımızın sağlıklı ve daha yararlı kitapları okuyabilmeleri için öğretmenlerimize ve ailelere bu yayınlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Emel YELKENCİ SARAL: Öncelikle, çocuğa önerilen kitabı öğretmen okumuş olmalıdır. Kitap hakkında fikir sahibi olmadan onun doğrudan çocuğa okutulması yanlıştır. Çünkü içinde eğitsel olmayan ögeler olabilir. Okuma sevgisi ve okuma zevki bu yaşta başlıyor. Bu nedenle çocuğa iyi örnekler sunulmalıdır. Ayrıca, anne babaların da çocuk kitapları okumaları gerekir. Bunun iki ayrı önemi var. Birincisi zararlı içeriklerin süzülmesi, ikincisi çocukla birlikte etkileşimli okuma yapılması. Yani anne baba, çocuğa okunan kitapla ilgili soru sorabilir, çocuktan soru sormasını isteyebilir. Birlikte karakterler ve olay üzerinde yorum yapabilirler vb.

Sınıfça aynı kitabın okunarak üzerinde çalışılmasını da çok önemsiyorum. Türkçe dersi edebî metinler aracılığıyla işlenir. Ortak okunan kitap üzerinden okuma anlama, tür, dil bilgisi, konuşma ve yazma çalışmaları yapılabilir. Tabi çocukların bağımsız okumaları da gerekir. Onlardan okudukları kitabı tanıtmaları istenebilir. Bunun için çalışma kâğıtları hazırlanabilir. Beğendikleri kitabı gerekçeleriyle birlikte arkadaşlarına önermeleri sağlanabilir.

Öğrencilere okutulacak kitap seçiminde ticari amaç güdülmesi etik değildir. Bu tür kaygılar varsa kitap seçimi yapılırken Okul Aile Birliği gibi organlar işlev görebilir.

Şiir Sarnıcı: Teknoloji, çocukların düşünce biçimleri ve dünyaya bakış açıları sürekli güncelleniyor. Bunların karşısında çocuk yazını da kendini güncellemelidir. Çocukları geleceğe hazırlamak için çocuk yazınında nasıl bir değişim olmasını bekliyorsunuz? Veya bu konunun uzmanı olarak gelecek öngörünüz nedir? Ne önerirsiniz?

Emel YELKENCİ SARAL: Çocuk kitaplarında bilim kurgu türünü önemsiyorum. Çocukların çağdaş bilim verileriyle düş gücünün geliştirilmesi önemli. Hayal olmadan gerçek olmaz düşüncesindeyim. Çocuklarımızın hayal gücünü geliştirmeliyiz. Hayal gücü zengin çocuklar yetiştirmeliyiz ancak hayalperest değil. Bu ikisi arasındaki ayrım önemli.

Fantastik kitaplara gelince… Bana yakın değil. Okumaya da ilgi duymuyorum, yazmaya da… Ama kestirip atmak da istemiyorum. Zararlıdır ya da yararlıdır diyecek bir birikime sahip değilim bu konuda. Sadece ilgimi çekmiyor.

Şunu da söylemek isterim ki çocukların ilgisini çekiyor diye, okusunlar da ne okurlarsa okusunlar diyemeyeceğim. Aykırı konular çocukların ilgisini çekebiliyor. Küfürlü ya da aile ve toplum kurallarına aykırı konular… Bu durumda çocuğun eleştirel okuma yapabilecek olgunluğa sahip olması gerekir. Anne babalar, öğretmenler onlara rehberlik etmelidir. Yasak koyarak değil, eleştirel okuma yaparak bu sorun çözülebilir.

Şiir Sarnıcı: Bu söyleşide, Türk yazınını geleceğe taşıyacak çok değerli bilgiler aktardınız öğretmenim. Şiir Sarnıcı ve dergi gönüllü temsilcileri adına çok teşekkür ederiz.

Emel YELKENCİ SARAL: Ben teşekkür ederim, bana bu fırsatı verdiğiniz için. Çocuk yazını üzerinde yeniden düşünmemi sağladınız. Çocuklarımız için en güzeli olsun. Onların düşünce ve duygu dünyasının gelişmesine bir parça katkım olmuşsa ne mutlu bana.


OYA USLU İLE “ÇOCUK YAZINI” KONULU SÖYLEŞ

 Şiir Sarnıcı: Şiir Sarnıcı (e-dergi) olarak, Türk Yazını Geleceğe Nasıl Hazırlanmalıdır, konulu söyleşimizin bu bölümünü çocuk yazınına ayırdık. Sizinle çocuk yazınına ilişkin bir söyleşi yapmak istiyoruz. Maksadımız, Türk yazınının geleceğine yönelik belirli konuları ortaya çıkarabilmek; genç yazar ve şairlerin önüne deneyimsel bilgi koyabilmektir.

Çocuk yazını, özel dikkat gerektiren bir alandır. Çocuklarımız geleceğimizdir. Onların temiz bilgiyle donatılması ve geleceğe hazırlanması, aile ve eğitimcilerin işidir. Bir anlamda hepimizin sorumluluğudur. Toplum yaşamını düzenli ve tutarlı bir şekilde sürdürmek, geleceğe güvenle bakmak; çocuklarımızın eğitimi ve yaşama hazırlık derecesine bağlıdır. Bu yüzden, çocuklara doğru zamanda doğru bilginin aktarılması, bilgili ve bilinçli olmayı gerektirir. Konuyla ilgili uzun zaman emek harcadınız ve deneyimlisiniz. Aile, yazar ve eğitimcilerin yararlanması için; bilgi, deneyim ve öngörünüzü, bizimle paylaşır mısınız?

Şiir Sarnıcı: Oya Hanım, yaşam öykünüzden kısaca söz etmek ister misiniz?

Oya Uslu: İzmir merkez ilçe Konak’ta doğdum. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ikinci sınıfından ayrıldım. Bir tekstil fabrikasında, çevre dergisinde, bilgisayar firmasında çalıştım. Özel bir radyoda çocuk programı yaptım.

Yazmaya ilkokulu bitirdiğim yıl başladım. Kitaplarım iki bin yılından beri yayınlanıyor. Bir öyküm Menemen Seyrek Belediyesi Kadın Öyküleri yarışması övgü ödülüne, bir öyküm DİSK Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri ikinciliğine, bir çocuk kitabım da Mevlüt Kaplan Edebiyat Ödülü üçüncülüğüne seçildi.

Martı Çocuk Yazını, Egeli Kadın Yazarlar Grubu, Zikzak Eksi 18 Öğretmen Kulübü üyesiyim. 

Öykü, roman, çocuk edebiyatı dalında yayınlanmış on yedi eserim bulunuyor. Basıma hazır üç dosyam daha var.

Şiir Sarnıcı: Çocuk yazını konusunda çalışmalarınız ve kitaplarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Oya Uslu: Üyesi olduğum Martı Çocuk Yazın Grubu ve Eksi 18 Öğretmen Kulübü içinde, yazar ve eğitmen arkadaşlarla birlikte çalışma yürütüyorum. Çocuk yazınına uzun zamandır emek veren sevgili ablamız Nevzat Süer Sezgin eşliğinde atölye çalışmaları yapıyor, bazen de ortak kitaplar çıkartıyoruz. Kişisel olarak, çocuklara yazmak isteyen arkadaşlarımın da bu alanda gelişmesi için çaba sarf ediyorum.

Bunun yanı sıra, Eksi 18 Grubu içinde çocuk ve gençlik edebiyatı alanında söyleşiler yapıyoruz. Ben yürütücü değil, katılımcıyım. Şimdi de Kıpırtı adlı bir dergi çıkartılıyor; orada zaman zaman yazmayı planlıyorum.

Şiir Sarnıcı: Uzun süre bu konuya emek vermiş bir yazar olarak çocuk yazını hakkında neler söylemek istersiniz? Çocuk yazını konusunda; genç yazara ne önerirsiniz?

Oya Uslu: Son yıllarda çocuk yazının geliştiğini düşünüyorum. Giderek ‘çocuğa görelik’ kavramı değer kazanıyor. Aslında çocuğa her şey yazılabilir, konu sınırlaması gerekmez; çünkü onlar bizimle aynı dünyada yaşıyor. Hiçbirini cam fanus içinde büyütmemiz mümkün değil. Özellikle aile ve okul yaşamından çok etkileniyorlar. Doğumu da görüyorlar, ölümü de. Bazısı sevecen bir ailede yaşıyor, bazısı şiddet görüyor. Depremden etkilenen de var; yoksulluktan, göçten, anne baba ayrılığından etkilenen de. Hatta taciz görenler bile var. Bunları yazarken doz önemli… Umudu diri tutmak önemli… Ne mış gibi yapmak ne de yetişkine yazıldığı gibi ağır anlatım sergilemek doğru değil. Çocuk, doğrudan yazılmayan hatta yazarın düşünmediği bir şeyden kendine göre anlam çıkartabilir. Bu yüzden yazar sözünün nereye gittiğini doğru hesaplamalıdır. Çocuğun dünyasını anlamak, yansıtmak önemli… En ağır konular bile hayallerle, rüyalarla, fantastik kavramlarla süslenirse çocuk için çekici olabilir. Bu temelde çocuk psikolojisinden anlamak bu edebiyat dalının olmazsa olmaz koşuludur. Onlarda farkındalık oluşturmak, kalp kırıklıklarını onarmaya çalışmak, olumlu değerleri kazandırmak, duygu ve düşünce dünyasını zenginleştirmek, eğlendirmek iyi bir çocuk edebiyatının gereğidir.

Ülkemizdeki çocuk edebiyatını üç kategoride ele alıyorum.

Birincisi dinci akım: Bu tip yayınlar kısaca çocuğun özgür düşünmesini engelliyor, cinsiyet ayrımcılığı yapıyor, çocukların hayal, merak, araştırma, sorgulama, gerektiğinde karşı gelme gibi doğalarında var olan duygu ve düşüncelerini törpülüyor, hayata bakış açılarını kısırlaştırıyor, onları edilgen bireyler haline getiriyor.

İkincisi modernist akım: Bu tipte yazanlar genellikle çocuğun duygu ve düşüncelerini anlayan, onu yüreklendiren, hayallerini besleyen neşeli ve esprili eserler üretiliyorlar. İçlerinde çok iyileri de var. Daha çok kentli çocuğun sorunlarını işliyorlar. Ama sınıfsal bakmadıkları için sorunun kaynağına inemiyorlar. Diğer yandan başarıyı gereğinden fazla önemsiyorlar. Bazısı tüketimi körüklüyor, bazısı milliyetçi, bazısı da bencil çocuk yetişmesine sebep oluyor.

Üçüncüsü ise toplumcu gerçekçi olan: Bunlar çocuğun ve toplumun sorunlarını işliyor, benim üstte sözünü ettiğim duyarlıkları geliştirmeye çalışıyorlar. Ancak genellikle çocukların duygu ve düşünce dünyasına giremiyorlar. Sıkıcı ve didaktik yazıyorlar. Bence modernistlerin ve toplumcu gerçekçilerin birbirinden öğrenecekleri şeyler var. 

Çocuklar için yazmak isteyen kişi, öncelikle içinde bir çocuğun yaşayıp yaşamadığını sorgulamalıdır.  Çünkü o gözle bakmayan biri, kolay kolay çocuğun dünyasına giremez. Dünyayı sevmeyen de başarılı olamaz. İnsanları, çiçeği, böceği, kurdu, kuşu, taşı, toprağı sevmeyenin, saymayanın harcı değildir çocuklara yazmak. Hayata güler yüzlü bakmak gerekir bunun için. Hatta şarkı, türkü söylemek ya da dinlemek gerekir. Karamsar, umutsuz birine göre değildir bu alan. Araştırmayanın, sorgulamayanın, merak etmeyenin, empati geliştirmeyenin, düş kurmayanın, hiçbir şeyden rahatsız olmayanın, mücadele etmeyenin de. Olaylara evrensel bakmak ve yaratıcı olmak gerekir. Günümüz çocuğunu sürekli gözlemlemek, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını bilmek önemlidir. Ülkemiz ve dünya edebiyatını takip etmek, geçmişte neler yazıldığına bakmak geliştiricidir. Sanatın diğer alanlarıyla ilgilenmek de. En önemlisi yazar, psikoloji, felsefe ve sosyoloji bilmelidir. Çünkü çocuk yazını sanıldığının aksine ağır bir alandır. Hata kaldırmaz, sorumluluğu büyüktür. Aslında her yazarın dünyaya bakış açısı vardır ve yazdıklarında bunu yansıtır. Ama yazar felsefesini, sosyolojik tahlilini doğrudan söylemeyip alt metne yerleştirdiğinde başarılı olur. 

Bu temelde yazar çocuğu ciddiye almalı, yaşı küçük olduğu için kendisinin aktarmak istediğini anlayamayacağını düşünmemelidir. Eğer uygun bir dil kullanır, iyi kurgu yapar, onun yaş aralığına göre dünyasına girerse çocuğun anlayamayacağı hiçbir şey yoktur. Diğer yandan yazar didaktiklikten kaçınmalı, söylemek istediğini eserin akışı içinde çocuğa hissettirmeli, onun dünyasında yeni kapılar açmalıdır. Çocuğun zaten zengin olan hayallerini beslemeli, ufkunu genişletmelidir. Ayrıca yazarlar çocuk edebiyatını geliştiren kitapları incelemeli ve mutlaka Türkçe’yi iyi kullanmalıdırlar. 

Şiir Sarnıcı: Çocukların okuyacağı kitaplar, genellikle öğretmenleri tarafından önerilmektedir. Aileleri de bu kitapları ne yapıp edip almak zorunda kalıyorlar.  Ayrıca bu işin bir de ticari yönü vardır. Çocuklarımızın sağlıklı ve daha yararlı kitapları okuyabilmeleri için öğretmelerimize ve ailelere bu yayınlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Oya Uslu: Çocuklar için yazılmış kitapları okuyup değerlendiren öğretmen de veli de az aslında. Bu yüzden çoğunluk işin kolayına kaçıyor; ya bazı yayınevlerinin kitaplarını takip ediyor ya da Milli Eğitim’in önerdiği Yüz Temel Eser’i çocuklara okutuyor. Bu konuyu çok önemseyen titiz yayınevleri var elbette; ilgiyi, güveni hak ediyorlar genellikle. Ama tüm eserleri güzel mi derseniz, kuşkuluyum. Ayrıca o kadar çok yazar ve yayınevi var ki bunların da eserlerinin görmezlikten gelinmesi sakıncalı. Çünkü kitaplar genellikle öğretmenin, velinin beğenisine göre yazılıyor. Oysa kalıpların dışına çıkmak edebiyatımızı geliştirir. Çoğu zaman veliler eleştirel bir gözle okumadıkları kitapları çocuklarına alıyorlar. ‘Çocuğuma aldığım kitap yaşına uygun mu? Onun ilgi alanına giriyor mu? Konunun anlatım biçimi onun seveceği biçimde mi?’ gibi soruları ve yanıtlarını düşünmeden çocukları okumaya zorluyorlar. Pek çok evde anne baba kitap okuyan bir model olamıyor. Çocuklar televizyon seyreden, cep telefonuyla ilgilenen anne babaları model alıyor. Öğretmenler ise edebi eserleri okumayı ödev olarak veriyorlar. Çocuk, kitabın özetini internetten bulup yazıyor ve not alıyor. Bu da onların edebiyattan haz almasını engelliyor. Çocukların; şiir, öykü, masal veya roman sevmesi için evde ve okuldaki yetişkinlerin etkileşimli okuma çalışmaları yapmaları ve model olmaları gerekiyor. Bence kitaplar okunduktan sonra değerlendirilmeli; kalpte bıraktığı duygu, düşünsel eğilim çocukla konuşulmalı. Ayrıca çocuğun haz aldığı bir kitaba da çok karışılmamalı. Biz de zamanında Teksas, Tommiksler okuduk. Ailelerimiz kızardı ama en azından bizde okuma sevgisi geliştirdi bunlar.

Bir de işin maddi boyutu var tabii. Aileler kitap almakta zorlanıyorlar. Bu yüzden çocukları kütüphanelere yönlendirmek gerekir. Sınıf kitaplıkları olmalı. Çocuklar okudukları kitapları değiştirmeye yönlendirilmeli.

Şiir Sarnıcı: Teknoloji, çocukların düşünce biçimleri ve dünyaya bakış açıları; sürekli güncelleniyor. Bunların karşısında çocuk yazını da kendini güncellemelidir. Çocukları geleceğe hazırlamak için, çocuk yazınında nasıl bir değişim olmasını bekliyorsunuz? Veya bu konunun uzmanı olarak gelecek öngörünüz nedir? Ne önerirsiniz?

Oya Uslu: Özellikle cep telefonu ve bilgisayar kullanımı, çocukları kitaplardan uzaklaştırdı. Aslında sadece çocukları değil, büyükleri de. Bizler bile uzun zamanımızı bilgisayar ekranı karşısında geçiriyoruz. Bu durumda çocukların ilgisini kitaplara çekmek güçleşiyor. Çünkü okumak aslında zor zanaattır. Zaman ayırmak, metne dikkatini vermek, cümleleri akılda tutmak, bağlantısını kavramak, ne demek istendiğini anlamak gerekir. Bu aynı zamanda birikim gerektirir. Oysa telefonda, bilgisayarda eğlenceli oyunlar var. Sohbet var, beğenilmek var. “Öyleyse eğlenceli yazına ağırlık mı vermeli?” derseniz, bu elbette olabilir ama tek edebiyat türü mizah değil. Diğer yazın türleri de çocukların sağlıklı gelişimine destek olur ve onlara haz verir.

Bilgisayar sayesinde bilgiye erişmek kolaylaştı. Dünyada binlerce yıl içinde insanlığın elde ettiği bilgiye günümüzde sadece iki gün içinde erişiliyor. Bu müthiş bir şey! Evet, doğru bilgiye erişmek de birikim ister ama meraklı ve araştırıcı çocuklar bunun yolunu bulabilirler. Düşünün, matbaanın bulunuşu insanlığı nasıl da geliştirdi. Hem de okuryazar sayısı azdı o zamanlar. Oysa şimdi okuyup yazanlar çoğaldı ve bilgi bir tık ötede. Bunun elbette ki bir karşılığı olacaktır. Üstüne üstlük çocuklar bizlerden çok daha fazla teknolojiye aşina. Yetişkinler onlardan öğreniyor artık. Dünyada ilk kez böyle bir şey oluyor. Eskiden büyükler bilgilerini, deneyimlerini küçüklere aktarırdı. Bu yüzden ben teknolojiye soğuk bakmıyorum. Sadece çocukların zararlı sitelere girmemeleri ve sağlıklarının bozulmaması için aileleri tarafından denetlenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Yazarlar da teknolojinin doğru kullanımını anlatan eserler üretebilirler. Ayrıca çocuklar robot teknolojisini, uzayı ve diğer bilimsel konuları merak ediyorlar. Bu da bilimkurgu ve fantastik edebiyatı geliştiriyor. Bu tip edebiyat türü çok iyi bir kurguyu gerektiriyor. Merak, heyecan ve sürpriz sonuç, çocuğu kitaba bağlıyor. Anlatılan konu eğer çocuğun duygusal ve düşünsel gelişimiyle örtüşürse eser başarılı oluyor. Ama yine de bilimkurgu ve fantastik edebiyatın gelişimi diğer türlerin geride kalması anlamına gelmez. Ayrıca önümüzdeki yıllarda bence resimli kitaplar, sesli kitaplar, animasyon filmler de öne geçecek. Basılı kitaplar azalıp ekrandan okuma yaygınlaşabilir. Yine de kitap kokusu hazzı hiç bitmeyecek diye düşünüyorum.

Öncelikle çocukların çevresindeki yetişkin dünyasının edebiyatın dönüştürücü gücünü fark etmeleri gerekir. Televizyonlar, gazeteler çocuk edebiyatına ve yazarlarına yer vermeli. Öğretmenler çocuklarla ve yazarlarla toplantılar yapmalı. Sivil toplum kuruluşları değerli edebi eserleri özellikle yoksul kesimlerdeki çocuklara ulaştırabilmeli.

Şiir Sarnıcı: Bu söyleşide, Türk yazını geleceğe taşıyacak çok değerli bilgiler aktardınız Oya Hanım. Şiir Sarnıcı ve dergi gönüllü temsilcileri adına çok teşekkür ederim.

Oya Uslu: Rica ederim. Ben teşekkür ederim.




SİLGİ DERGİSİ’NİN YAŞAR ÖZMEN’LE SÖYLEŞİSİ 

SİLGİ DERGİSİ ADINA (MEHMET BÜYÜKÇELİK); Sanat felsefesi, fotoğrafçılık, resim, öykü ve şiir gibi alanlarla ilgilenen, “Bir Damla Suda Halkalar (şiir)”, “Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitapları yayınlanan çok yönlü şairimiz Yaşar ÖZMEN’le şiir üzerine söyleştik.

SİLGİ: Sayın Özmen, çok yönlü bir sanatçısınız ve hepsinin içinde şiirin izlerini bulduğunuzu söyleyebilir misiniz?

Yaşar Özmen, Şiir Sarnıcı

Yaşar ÖZMEN:
Her sanat türü, hangi dili (ışık, devinim, ses) kullanırsa kullansın, dil-düşünce, düşünce-dil bağıntısına dayanır. İmge kurma koşulları; ışık, ses, görüntü gibi dil kullanım tekniği dışında hepsinde aynıdır. İmgelemden imgeye yönelir. Düşünce-dil bağıntısını en etkin ve ilk elden şiir kullanır; dil şiirin gerecidir. Bu yüzden şiir, doğuş ve yaratım bakımından sanat alanlarının temelinde yer alır. Bana göre, her eserin içinde şiir olmak zorundadır; hatta iyi şiirin içinde de diğer sanatlar olmalıdır.     

SİLGİ: Şiirle tanışmanız yaşamınızın hangi evresinde gerçekleşti, nasıl başladı ve gelişti?

Y.Özmen: Çocukluğumdan beri şiire karşı duyarlılığım vardır. Ancak, eğitim ve iş koşulları gereği, zaman bulup şiir üzerinde hiç çalışamadım; ta ki 2011 yılına kadar. Bu yıldan sonra kısa kısa deneme ve şiirler yazmaya başladım. Veysel Çolak yönetimindeki Karşıyaka şiir atölyesiyle tanıştım. Atölye, etkinlikler, kitaplar ve dergiler sayesinde şiiri anlar gibi olmaya başladım. Baktım olmayacak, şiirin kuramsal yanını ve felsefesini öğrenmek için araştırmaya yöneldim. Ayrıntıya girdikçe karşıma kocaman bir bilgi dünyası çıktı. Bu alanda yazılanlarla ulaştığım çözümler arasında, çelişki ya da farklılıklar kafamı kurcalamaya başladı. Bu yüzden sanatın dayandığı temelleri çözmek için, sanat biliminin alanlarına daldım.

SİLGİ: “Şiir ve sanat eseri üretmek, bir savunmadır yaşama ve varoluşa karşı” diyorsunuz, bu konuda neler söylersiniz?

Y.Özmen: İnsanın; yaşamsal sürekliliğini sağlama ve varoluşuna anlam kazandırma çabası vardır. Genlerimiz, temel güdülerimiz ve sonradan oluşan bilinç dünyamızın mutlak çabasıdır bu.  Yani kendini gerçekleştirme ve ben de varım diyebilme çabası. Sanat üretmek, güzel olanla yola çıkarak insanın asıl yöneticisi olan duyguyu ele geçirme girişimidir. Mutlak amacı gerçekleştirmek için ben de adayım diyebilmektir. Kısacası sanat; yaşama karşı savunma, varoluşa karşı direniştir.

SİLGİ: Şiir dilini oluştururken neleri dikkate alıyorsunuz; genç şairlere bu konuda neler önerirsiniz?

Y.Özmen: Şiir, var olanı, olayı veya süreci anlatmak değildir. Var olanı, olayı veya süreci yeniden anlamlandırmak ve okurun estetik kaygısını okşayan bir görüntü elde etme işidir. Diğer taraftan, var olmayan ancak düşüncede kurgulanabilen dünyayı görünür duruma dönüştürmektir. Anlatımcılığa kaçmayıp yeniden anlamlandırma yoluna gittiğimizde iyi bir şiir dili kendiliğinden oluşur zaten. Ayrıca, bağdaştırma, sapma, benzetme ve çağrıştırma tekniğini dikkate almak gerek; günlük dilden ayrılabilmek için. Gençlerin dünyayı ve yaşamı okuma biçimleri bizden çok farklıdır; bu yüzden gençler, kim ne demiş bakmadan kendi yollarına gitmelilerdir.

SİLGİ: Şiirinizi besleyen esin kaynaklarınızdan hangileri daha çok öne çıkıyor?

Y.Özmen: Yalnızca esin kaynakları demeyelim, imgelem kaynaklarından da söz edelim. Esin ve imgelem, bir arada çalışırlar. İnsan, yaşam ve yaşadığımız coğrafyanın sorunlarıdır bizi büyüten, deneyim sahibi yapan ve bizi biz yapan.  Turgut Uyar bu soruyu ne güzel yanıtlamış dizleriyle: … //Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök//Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma// …

SİLGİ: Bir şiir için kitaba giden yolun dergilerden geçtiği bilinir. Dergilerin önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Y.Özmen: İsteyen herkes, sanat bilgisine ve sanata her durumda ulaşabilir. Şiirini her ortam yayınlatabilir. Eskiden olduğu gibi dergiler, tek başvuru kaynağı veya yayın ortamı değil artık.  İkincisi; dergiler çok sağlıklı bilgi içermiyor. Sanatsal değer taşıyan şiirle sıradan bir betiği birbirinden ayırdıklarını çoğunlukla söyleyemeyiz. Yazı veya şiirim şu dergide yayınlandı mı, yayınlandı; eleştiri yok, tartışma yok, karşılaştırma yok; üzerinde düşünmek yok, geri bildirim yok. Kısacası esere, emeğe, şaire özen yok… Teknoloji, ekonomi, koşullar ve insandaki değişim, yazın dergilerini her geçen gün biraz daha önemsizliğe sürüklüyor. Keşke geçmiş saygınlıkları olsa.

SİLGİ: Şiir Sarnıcı adlı e-derginiz ilk sayısıyla okurla buluştu. Yayın hedefinizi kısaca açıklar mısınız?

Y.Özmen: Okuru çok az olacak, biliyorum. Sayısal yayınlara (e-yayın) karşı bizim kuşağın önemli sıkıntıları var. Ancak; genç okurlar, basılı yayınlara değil, sayısal yayınlar üzerine yoğunlaşıyor. Hedefimiz gençler olmalı. Özellikle sanat eğitimi alan gençler. Ayrıca e-derginin hiçbir gideri yok emek dışında. Dünyanın her yerine bütün dillere çevrilebilir şekilde bir tuşa basarak gönderebiliyorsunuz. Böyle bir olanağı, özellikle gençlere ulaşmak için kullanmalıyız. Şiir Sarnıcı’nın asıl hedefi; nitelikli ve çözümlenmiş sanatsal bilgi ile nitelikli eseri okura en kolay yoldan ulaştırabilmektir. Yazar/Şair/sanatçı ile okur/izleyici arasında kolay ulaşılabilir bir kütüphane olmaktır.  

SİLGİ: Şiirde anlam ile öyküde anlam arasında nasıl bir farklılık görüyorsunuz?

Y.ÖZMEN Anlam, her sanat eserinin temel varlık katmanıdır ve hepsinde  aynıdır. Yalnızca anlamı kurma yöntemleri farklıdır. Öykü, olayları ve olguları doğrudan anlatarak anlamı kurar; başka yollara çok başvurmaz. Şiir ise örtüktür, çoğul anlama yönelir, çağrıştırma tekniğini kullanır, anlama varış yolu farklıdır. Özellikle şiirde anlam, okura göre değer alan bir yapıya sahiptir; rastlantısaldır, devinimseldir, çağrışımsaldır.   

SİLGİ:  Seçki hazırlasaydınız bugünün iyi şiirini nasıl seçerdiniz?

Y.Özmen Sıra dışı dil kullanan, çoğul anlama yönelen, var olana benzemeyen, çağrıştırma gizilgücü yüksek şiirleri. Başka bir söyleyişle; imgelem yetisi güçlü şaire ait, imge gücü etkin ve okurda imgelem oluşturma yeteneği yüksek şiirleri seçerdim.

SİLGİ: Şiir ödülü veren kurullar için neler önerirsiniz?

Y.Özmen Seçici kurullarda görev alıp dürüstlüğüne ve tarafsızlığına inandığım ustalar vardır. Kayırmacılık, kotarmacılığın döndüğü durumlar da söz konusu. Haksızlık etmek istemiyorum. Ancak seçici kuruldaki üyeler, her ne kadar adil ve tarafsız olsalar da bir şiiri veya şiir kitabını değerlendirmek için ellerinde nesnel bir sistem yoktur. Sanatta salt öznel yargıyla yola çıktığınızda, özellikle ülkemizde ulaşacağınız nokta, şiirin dışında bir yerdir. Elimizde bu ödül saygın diyebileceğimiz bir gerekçe ne yazık ki yoktur.  

 SİLGİ: Başka neler söylemek isterdiniz?

            Y.Özmen: Şiir sevmektir; sevmekse şiirselliktir. Teşekkür ederim.


SEÇKİN ZENGİN’İN YAŞAR ÖZMEN’LE SÖYLEŞİSİ

Seçkin Zengin: Kısaca özgeçmişinizi öğrenebilir miyiz?

Yaşar Özmen: 1964 yılında Eskişehir’in Kızılbörüklü köyünde doğdum. Kuleli Askerî Lisesi ve Kara Harp Okulu Makine Mühendisliği bölümünü bitirerek 1989 yılında Teğmen olarak mesleğe başladım. Selçuk Üniversitesinde Yönetim ve Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptım. 1989’dan 2014 yılına kadar yöneticilik, bilgi yönetimi ve bilginin kullanımı konusunda farklı görev alanlarında çalıştım. Kendi isteğim ile 2014 yılında emekli oldum. Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme, WEB tasarımı gibi özel uzmanlık alanlarına sahibim. Sanat felsefesi, fotoğrafçılık, seramik, resim ve şiir gibi alanlara yönelik kurs ve çalışmalara devam ediyorum. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, yazın, resim ve özellikle şiir üzerine bireysel çalışmalar yapmaktayım.

“Bir Damla Suda Halkalar” isimli şiir kitabım Şubat 2018’de Temren Yayınlarından, “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitabım ise Trend Yayınlarından Kasım 2018’de yayınlanmıştır. Ayrıca “Sardunya Zamanı” isimli Antolojide 20 şiirle yer aldım.  Sanat felsefesi, şiire ve sanata ilişkin deneme ve makalelerim değişik dergi ve medya ortamında yayınlanmaktadır.

 SZ: Şair, çağının tanığı olmalı mı?

Yaşar Özmen: Şairin çağına tanık olmamak gibi bir ayrıcalığı yoktur bana göre. Şair, çağına tanıklığını duyumsatacak, sezdirecek hatta açık açık gösterecek değer ve estetik değer yaratamıyorsa şiirlerinde, bence o şair zaten şiir yazmıyordur. Bana göre şair kullandığı dil ve anlamda, çağın aynası olamıyorsa, yaşamı ve insanı kavrayamıyorsa o şair şiir yazmamalıdır. Şiir bir dil sanatıdır; dolayısıyla şiir bir anlam sanatıdır. Anlamın üzerine oturmayan şiirde nasıl bir anlatım ya da ses kullanırsanız kullanın o metinde, şiirsel değeri yaratamazsınız. Anlamın güçlü olması demek; yaşam, insan ve evren arasındaki ilişkiyi doğru kurmak ve onun yaşamsal değerlerinin en can alıcı yerlerine dokunmak demektir. Bunun anlamı şudur: Şiiri; şairin bilgi birikimi, çözümü, yorumu ve onun hareket motoru olan duygu yoğunluğu kurar. Bilgi birikimi, bilginin çözümü ve yorumu duyguyla tetiklenmeden hiçbir sanat eseri bir eser anlamında var edilemez. Her çağ, geçmiş çağların birikimi üzerine yeni şeyler koyarak yeni yeni kültür varlıklarını üretir; o varlıklar ile varlıkların çözümü ve yorumu ise bilgi birikimini sağlar. Bilgi birikiminin yoğurulmasıyla teknoloji ve sanat doğar. Şair işte bu döngü ve sistemin dışında kalamaz. Şairin çağına tanık olmasını bir kenara bırakın; şair, çağının en azılı sanığı olmak zorundadır. Şiir ve sanat eseri üretmek, bir savunmadır yaşama ve varoluşa karşı. Bu savunma “kendini gerçekleştirme çabası” üstüne oturan bir eylem biçimde yansır şaire ve okura; oysa bu eyleme hareket veren temel gerekçe, yaşam tutkusu ve varoluş sürekliliğini sağlama gerçeğidir. Şairin savunmasındaki gizli amaç, yaşamın yargısından veya terazisinden kurtulmak değildir; sanatı ve şiirleri ile öyle bir savunmadır ki şairin yaptığı, bunun temelinde insanlığın varoluş değerleri ve yaşam sevincini sürekli kılmak yatar.

 SZ: Şiir esin işi mi, yoksa çalışma mı?

Yaşar Özmen: Bu yaşınıza gelmişsiniz, belirli bir kiloya, boya ve hacme ulaşmışsınız. Beni doğduğumdan beri sadece yediğim ekmek bu kilo, boy ve hacme ulaştırdı diyebilir misiniz? Diyemezsiniz, çünkü havadan suya, ekmekten ete kadar bir sürü etken insan bünyesini besler ve gelişimini sağlar. Şiir yazmak veya sanat eseri üretmek insan aklının toplam bir sonucudur ve başta verdiğim örnekle paralel bir biçimde gelişir. Esin ruhsal durumun sonucudur, ruhsal durum ise bilgi ve yaşamsal deneyimlerin sonucunda oluşan bir olgudur. Uzatmadan söylemek gerekirse; şiir yazmak ne esin işidir ne duygu işidir ne deneyim işidir ne sadece çalışma ne de bilgi işidir. Şiir yazmak, beynimizin çalışma sisteminin toplam eylemidir. Yani bir orkestra gibi insani özelliklerin toplamından doğan bir sonuçtur. Kısaca söylemek gerekirse şiir yazmak, esin, duygu, bilgi, bellek, bilginin yorumu ve çalışmanın toplam sonucudur. Bu nedenle şaire renkli bir kılıf giydirmeye hiç gerek yoktur; çünkü şairin duyma, görme ve sezgi yetileri kendiliğinden oluşmaz. Her sanatçıda olduğu gibi temelde şairde duyarlılık ve yetenek söz konusudur; ancak bunlar bilgi ve duyguyla iyi örgütlenmediği sürece hiçbir sonuç üretemezler. İmgelem gücü ve zenginliğimiz, bilgi ve onu yorumlayabilme çapımız kadar geniştir; esin de bununla doğru orantılıdır ve daha ötesinde olamaz ya da gerisinde olamaz.  

 SZ: Şiir-Siyaset ilişkisi nasıl olmalı?

Yaşar Özmen: Buna siyaset diyerek konuyu sınırlamayalım isterseniz. İdeoloji ve inanç sistemleriyle şiirin ilişkisi nasıl olmalıdır, diye genişletelim bu sorunun kapsamını. İnançlar ve ideolojik yaklaşımlar insan düşüncesinin, daha doğrusu şair imgeleminin dışında tutulamaz. Bunlar, imgelem kaynaklarımızın, düşünce gücümüzün ve düş zenginliğimizin bileşenleridir. Ancak ideoloji ve inanç sistemleri, mutlak doğru gereklilikler olarak varsayılan ve olmaz ise olmaz şeyler gibi algılanan ön kabullerdir; ön kabul üzerine kurgulanmış yargı sahipleri ve kurulu sistemler, sağlıklı ve sanatsal bir sonuç üretmekte sığ kalırlar. İdeoloji ve inançları şairin imgelem dünyasından ayrı tutamayacağımızı söyledim; ancak işte burası bıçak sırtı gibidir, kaygan bir zemin ve sıkıntılı bir eşiktir. İdeoloji ve inançlar, şiirde veya sanat eserinde sloganlaşırsa propagandaya/irşada dönüşür, eğer bunların yansıması üst anlam biçiminde eserde görünüşe taşınırsa işte o zaman şiir sanatsal bir değer kazanır. Üst anlamdan kastım nedir? Şiirin size önerdiği dünya şairin kurguladığı dünyadır; bu dünya şairin imgelem kaynaklarından ve gücünden doğmuştur. İşte şairin şiirinde kurguladığı dünyanın genel görünümü, yaşamsal öneri ve estetik değer varlıkları üst anlam biçiminde şiirde görünüşe taşınmalıdır. Yani yansıtılmalıdır. Bizim yazınımızda ve çoğu yazar çizerlerin anlaklarında sürekli karıştırılan bir konudur bu ayrım ve ilişki. Bunları normal bir sonuç olarak görmek gerekir; çünkü sanata kurallarla, formlarla ve manifestolarla yön belirlemeye çalışan tutucu ve hâlâ eskitilememiş bir anlayışın içinden geliyoruz, geçiyoruz.        

 SZ: Neden şiir yazıyorsunuz?

Yaşar Özmen: Bu soru söyleşinin en zor sorusu Seçkin Bey. Neden, diyeceksiniz. Pek çok kişi bu soruya, ben şiiri duygularımı anlatmak için, içimden geldiği için veya kendimi mutlu etmek için yazıyorum gibi muğlak yanıtlar verir. Yanıt kesinlikle bunlar değildir. Bir insan neden sanat üretir veya neden şiir yazar, sorusunun altında yatan gerçeği ayrıntılı olarak uzun bir araştırma neticesinde çözmeye çalıştım. Burada kısaca insan neden şiir yazar sorusunun yanıtını vermeye çalışayım. İnsanın şiir yazması veya bir sanat eseri üretmesi, onun nihai ereği ile doğrudan ilişkili bir konudur. İnsanın nihai ereği nedir? Her canlı gibi önce yaşamda en ideal biçimde var olmak ve genlerini bir sonraki yaşama aktararak yaşamsal sürekliliği sağlamaktır. İşte bu olayları gerçekleştirmenin altında yatan ilk basamak “kendini gerçekleştirmek” dediğimiz olgunun üzerinde kurgulanır. Ben iyiyim, güçlüyüm, güzelim vurgusunu yaparak, canlı hücrenin amacını gerçekleştirmek için daha kolay yollar elde etmektir. İşin cinsel boyutundan ruhsal boyutuna kadar süreci incelediğimizde, karşımıza karşı duramayacağımız bir zorunluluk çıkmaktadır. Kandinsky buna, “Sanat, içsel bir zorunluluktur.” der. Bir anlamda “içsel zorunluluk” kendini gerçekleştirme arzusundan doğan bir duyarlılığın sonucudur. “Ben de varım ve yaşamsal sürekliliğin bir adayıyım diyebilmek.” İşte bu zorunluluk bazılarında tespih sallayarak, bazılarında kırıtarak, bazılarında şiir yazarak, bazılarında resim yaparak, bazılarında dans ederek öne çıkmaktadır. Bu çözümlemeden sonra, ben neden şiir yazıyorum sorusuna verilecek yanıt ancak şu olabilir: “Ben de varım…”

 SZ: Günümüz Şiiri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yaşar Özmen: Günümüzde yazılan şiirleri, şiir dergilerini, şiire yaklaşım tarzını, şiir ödülü ve eleştiri işleyiş biçimini hiç sağlıklı, geliştirici ve estetik değer üretecek tarzda bulmuyorum. Bakın bu söyleşide sorduğunuz tüm soruların yanıtları, “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli 375 sayfalık kitabımda ayrıntılarıyla vardır. Adı geçen kitabı, günümüz şiirinin mevcut durumunun olması gerektiği gibi olmadığını ve şiir değerler dizgesinde bazı değişim-dönüşümlere yönelmemiz gerektiğini gördüğüm için oturup yazdım. Kısa bir örnek vermek istiyorum. Şiir üç temel ayak üzerine kurulur. Bunlar; “anlam, anlatım ve ses”tir. Pekiyi okur veya şair olarak bu üç ana esasa itiraz edebilecek var mıdır? Olmamalı, çünkü şiirin temelidir bunlar. Peki son yıllarda yazılan şiirlerde, ses şiirin neresindedir? Hadi sesi geçtim; anlam şiirin ne kadar temelidir? Bunlara karşın yine de şunu söyleyebilirim: Güzel şiirler yazılıyor günümüzde, başarılı şairler var; magazinsel ve yardakçı yaklaşımlarını bir kenarda tutarsak. Günümüz şiiri, yirminci yüzyıl başlarındaki söylemlere göre biçimleniyor ve kendini yinelemeye devam ediyor gibi geliyor bana; suyun başını ele geçirmiş kişiler ise henüz sanat değerler dizgesinde bir değişime gidemeyecek kadar “sığ ön kabullere” sahipler. Zaten şiir sanatının doğru dürüst örgün eğitimi yok; sazı eline geçiren de dünyanın en iyi şiirini yazıyorum diye dergi sayfalarında cirit atıyor. Hiçbir şey söylemeden sayfalarca yazılan şiir yazıları, estetik değer üretmeyen ve estetik kaygıya küçücük bir dokunuş sağlamayan dizeler dolusu şiirler övgülere boğuluyor. Ne var ki şiir sanatı hakkında yeni bir şey söyleyen, iyi şiir yazan ve şiirin gelişimine katkı sağlayacak bir şeyler ortaya koyan çok nadir… Karamsar olmamak gerek tabii ki. Zeki ve aklını doğru kullanan bir nesil geliyor; söylemlere kulak asmayan, bilimsel verilerle kanıtlanmadığı sürece bunlara aldırış etmeyen, geçmişin bilgileriyle ortaya konan sanat anlayışları ile akımlarını bugünün bilgisiyle sorgulayabilen önyargısız ve kendine güvenen bir nesil…

 SZ: Neden kadın şair sayısı az?

Yaşar Özmen: Türk kadını her ne kadar dünya kadınlarından önce kişisel ve siyasal özgürlüğünü kazanmış görünüyor olsa da gerçekte bu sandığımız gibi değildir. Çünkü kadınlarımızın büyük bir kısmı gerek eğitimsizlikten gerek inanç baskısından dolayı henüz özgürlüğün ve birey olmanın farkında değillerdir. Kadınlarımızın büyük bir çoğunluğunun çalışma ve sosyal yaşamın içinde etkin bireyler olmadığını da biliyoruz. Ayrıca kadın ve erkek arasındaki eşitliğin ne anlama geldiğini içselleştirememiş bir kadından özgün şiir yazmasını ya da başka bir alanda başarılı olmasını bekleyemeyiz. Halide Edip’lerden Türkan Saylan’lara kadar çok başarılı kadınlar yetiştirmiştir elbette bu ülke. Buna karşın üzerine kuma getirilmesinin dinsel bir emir olduğunu kabul eden ve bunu normal gören kadınların varlığını da göz ardı edemeyiz. Baktığımızda sosyal yaşamın içinde etkin olarak var olan kadın oranıyla, yazın dünyasındaki kadın şair oranı çok uyumsuz şeyler değil gibi görüyorum. Ne kadar ekmek o kadar köfte diyeceğim ama gerçekten üzücü bir durumdur bu; çünkü dönüşüm tersine gelişiyor ve bir karanlığa    doğru yol alıyoruz. Keşke bütün kadınlarımız çağdaş değerler üzerinde yol alan bireyler olsalar. Ne yazık ki günümüzde model kadınlar bile bunun tam tersi bir biçim sergiliyorlar. Artık işin kadın şair ve şiir yönünü çok düşünmüyorum, çocuğu anneler yetiştirir; benim aslında tedirgin oluşum çocukların yaşamları boyunca uyku durumuna geçirilecek olmalarıdır. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder