YAYIMCIDAN
İsterim ki yazın
sanatıyla ilgili tartışalım, açıklıkla konuşalım, ön kabullerimizden sıyrılıp
farkındalıklı düşünelim. Türk yazınında boşluk varsa ve neredeyse birlikte
saptayalım, denenmemiş yöntemlerle çözüm üretmeye çalışalım. Şiir Sarnıcı
Dergisi’ni çıkarma amacım, yazın adına ne yapabiliriz, sorusuna yanıt
bulmaktır. Eleştiriden ve bilgi noksanlığımızdan korkmayalım. Kafamızdaki
yerleşik bilgilerin yıkılmasından değil betonlaşmasından korkalım.
Ceplerimizdeki eski bilgilere şöyle bir sus deyip yeniye doğru yelken açalım.
Her şeyde olduğu gibi yazında da metinler arasılık mutlaktır ama biz biraz
geleceği yakalamak için ufka göz dikip yaratıcılığı çağıralım. Modern Sanat
Dönemi bilgilerinin pek çoğu, ezber üstüne ezber edilmiş doğrulanamayan
yığınlara dönüşüyor. Dünya değişiyor, estetik algının boyutu deviniyor, sanatın
kuram ve ilkeleri evriliyor. Ezberi bir yana itip; şiiri, öyküyü, denemeyi
genellemelerle anlatmaya çalışmaktan vaz geçip felsefesiyle tanımlamaya
çalışalım. Bizi en doğru yola yönlendirecek ve yeni tanımlamaların kapısını
açacak olan, sanat ve alt dallarının felsefesini sorgulamaktır. Bunu yapmak
için dağarcığımızda yeterince birikim, kazanım ve gerecimiz vardır. Yeter ki
kulaktan dolma alışılmış genellemelerin egemenliğini bilincimizden sıyırıp
atabilelim.
Yazında henüz
tanımlayamadığımız pek çok kuram olmalı. Çağın değişen algı ve yargı
biçimlerine göre süreci değişime uğrayanlar da... Şöyle bir bakınız Türk şiir
yazılarına… Şiire yönelik kaç kuram saptanmıştır… Kuramlar saptanmadan yeni
kavramlar üretilemez. Yeni kavram üretilemezse şiirin ezber bilgileri arasında
sıkışıp kalınır; bugün olduğu gibi… Şiir nasıl yazılır, imge nedir, şiire nasıl
başlanır/bitirilir… gibi alfabe bilgilerle şiir sanatına yön verilmeye çalışılır.
İyi şiirler
yazılmıştır; yazılacaktır. İyi şairler gelmiş geçmiştir; bundan sonra da
olacaktır. Bu demek değil ki Türk şiiri son aşamasına gelmiş, derinliği ve
gizemi tamamıyla çözülmüştür. Ayrıca sanatta, iyinin iyisine, güzelin güzeline
ulaşmanın sınırı yoktur. Araştırmak, incelemek, yeniye ulaşmak, yaratıcılık
için değişik açılardan ele almak, gerekir. Bir günü diğer gününe benzeyen
yazın, durağanlaşmış demektir. Durağanlaşmak, sanat ilkelerine göre olumsuz bir
durumdur. Bugün “Ben oldum” diyen pek çok şair/yazar var ülkemizde. Söyleyecek
sözleri olmalı. Yazar/şairler, ince ruhlu kişilerdir; kişisel bir yarar
beklentisi olmaz, diye düşünüyorum. Dergimizin ilkesi gereği, özel bir konu
olmadığı sürece yazı ve yapıt istemeyiz kimseden. Dergimizin maddi kaygısı
yoktur. Okunup okunmama gibi bir zorunluğu da. Buna karşın yurt içi ve yurt
dışı okur sayısı her geçen gün artıyor. İyi şeyler, bir köşeye atılıp
karanlıkta bekleyemez. Yazın sanatına gönül vermiş ve bu yolda beklentisiz çaba
gösterenler zaten yeterince katkı sağlamaktadırlar.
Şiir Sarnıcı,
uluslararası bir dergi olma yolunda hızla ilerliyor. Özbekistan dergi
temsilciliğimiz de oluşmuştur. Derginin yanında gençler çoğalıyor. Üniversite
gençliği, özellikle güzel sanatlar fakülteleri, dergimizi okuyup paylaşıyor.
Dergicilik bir imecedir. Yararsız, umarsız, çıkarsız, tarafsız sanat
yolculuğunda bizlere eşlik etmenizi isteriz. Bu imecede küçük de olsa
yapıtlarınızla, yorumlarınızla, değerlendirmelerinizle katkınızı bekleriz.
Dergimizin
ilkeleri gereği; propaganda, irşat ve şiddet dili taşıyan metin ve şiirler,
değerlendirme dışı tutulmaktadır. Ayrıca bize gönderilen her metin ve şiir için
geri bildirimde bulunuyoruz. Kalabalıkta geri bildirimde bulunamadığımız
olduysa, yayın kurulumuzca ürünleriniz yayıma uygun görülmediyse bizi anlayışla
karşılayacağınızı umuyoruz.
Dergi düzeninde
küçük bir değişiklik yaptık. JPEG dosya ve bu formatta görsel, zorunlu
olmadıkça koymayacağız. Bu tür dosyalar ya da görseller, platformun özelliği
gereği diğer dillere çevrilemiyor. Çok sayıda yurt dışı okurumuzun olması
nedeniyle başka dillere otomatik çevrilebilen düzende dergiyi
sürdüreceğiz.
Mutlu, esenlikli
günlerde okumanız dileğiyle…
Canan Gürtunca
Sanlı
BİR FİLM VAR ELBET
Kalabalık
yalnızlıklar ürpertili akşamı boğardı
kuzular
geçer, kurtlar homurdanırdı
rüzgârın
kollarında geçti esrik yıllar
gözleri
kamaştıran hayalin ışığında.
Gün
günün zindanına hapsolur
gözlerinin
buharı bulut olur yağar
kelimesini
arayan bir harfin uzamında
küçük
adamların uzun gölgelerini
ardışık
adımlar izler.
Hayat
bazen şiddetli bazen
duru
yağmurların altında ıslanmaktı belki
hangi
ıslanış insanın yaşamına dokunur!
Anlaşılmaz
bilmecelerle yoğrulur insanoğlu
korunmasız
duvar çalan her ıslıkta yıkılır.
Kar
beyazı değil,
üzerinde
kara bulut darmadağışık
aldanırım
sanma silinmez yazılar
dökülüyor
yapraklar birden bire
sarı,
yeşil, beyaz, kara
birden
bire oluyor ne varsa.
Bir
film var elbet
kendi
öyküsüyle başbaşa.
kendinle
sadece kendinle
içindeki
hüzünle beslenen
kondurur
bülbülü sazına
acısı
yarasına merhem
gül
tedirgin dalında
der
ki: “Asıl günah söyleyecek şarkımızın olmaması
oysa
herkes konuşur ben seni duyardım.”
16.07. 2022/ Ayvalık
Mehmet
Bardakçı
ÇIĞLIĞIN
Enver Gökçe’ye
Kırmızılar kıvranırdı avuçlarında
sınandı yüreğin sert yamaçlarda
koştuğun mavi günlerdi gök gibi
deniz gibi yakamozlarla gelen
dört duvar oldu en çok bildiğin
seğirttin sisli yolların eğriliğinde
elinde ışık, alnında silinmeyen inanç
dağların iç çekişi gibiydi
susamışlığın
has Anadolu tohumuydu ektiğin dizeler
adımlarında azimli bir kavgacı telaş
“Fakültenin Önü” göz ağrısı, “eğin
türküleri” dilimizde umut karalara
duvara bile yazılmış ışık yolu
sorular dizgesiydi yoksul yaşamında
güneşi çağıran gergef gibi işli
çığlığın
Yaşar Özmen
SANATA
ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ
Ç.Türk Dili Dergisi 415. Sayı’da yayımlanmıştır.
Sanat Nedir?
Öncelikle
sanat nedir sorusuyla başlayacağım. “Bu
soruya yanıt olarak dünya edebiyatında o kadar çok metin ve kitap yazılmış ki
hepsini okumak için yaşamımız yetmez. Pek çoğu da sanatı bir kahraman olarak
kullanıp üzerinde debelenmiş. Her bilgi saygındır; her metin değerlidir; ne var
ki bir sonuca götürmesi, yeniliğin önünü açması ve geçerli olması için birtakım
verilere dayanmalıdır. Sanat açık dokulu bir kavramdır. Tanımlanması zordur.
Değişkeni ve çarpanı o kadar çoktur ki bunların aralarındaki ilişkiyi çözmek
kolay değil. Bu yüzden çoğu sanatsal metinde, sanatın bir yönü ya da bir alanı
alınıp değerlendirilmiştir.
Sanat yazılarını genel anlamda
taradığımızda çoğu, genellemeler üzerinden yanıt bulmaya çalışır bu soruya. Ne
yazık ki bu tür genellemeler, ne sanata ne sanatçıya ne de yapıt üretimine
kullanılabilir/işe yarar bilgi sunar. Örneğin “Şiir tanımlanamaz, ne kadar şiir
varsa o kadar da tanımı vardır” gibi altı boş genellemelerle yazılanlar… Ben de
varım diyebilmek için havaya salınmış metinler çoğunluktadır. Veri ve deneyime
dayanılarak yazılanlar da var; bunların hakkını teslim etmeliyim. Yılların
içinden süzülen bir birikim ve kazanım vardır; yadsınamaz. Bunlar, kendi
değerlerini yaşamalı, yaşarken de daha iyisini ve yenisini üretmelidir.
Resim ya da şiir gibi bir sanat dalını
ele alarak sanat nedir sorusuna yanıt aramayacağım. Sanat gibi karmaşık bir
kavramı, bir dal üzerinden anlatmak biraz sığ kalır. Sanatı genel bir kavram
olarak ele alıp sanat felsefesinin öngördüğü ölçütler kapsamında kendimce
çözümlemeli bir yol izleyeceğim. Bu şekilde sanatın ne olduğunu daha kolay açıklayabilirim.
Örneğin şiir; nedir, nasıl yazılır ve okurla ilişkisi nasıldır, sorularına bu çözümlemeden
sonra daha kolay yanıt arayabilirim. Ayrıca
sanata çözümlemeli yaklaşım; okura, yazara, şaire ne kazandırır; neyin önünü
açar, sorularının yanıtını yazımın sonunda vermeye çalışacağım.
Sanat; sanatçı-yapıt-okur-ortam[1]
dörtgeninde oluşan; ses, dil, ışık, hareket… gibi gereçler kullanılarak estetik
değer yaratma çabası taşıyan, insan etkinliğidir. Burada sanatçı, okur ve ortam
üzerinde durmayacağım. Sanatı anlatabilmek için özellikle temel öğesi olan
yapıt üzerinde yoğunlaşmalıyım. Öyleyse yapıtın karnını deşip içinde neler var
birlikte bakmalıyız ki sanatla ilişkisi olmayan bir okur bile ne söylediğimi
anlayabilsin.
Sanatı genel anlamda sınıflandırırsak:
Dil Sanatları; şiir, öykü, roman, oyun, mektup deneme… Gereci dil
olan sanatlar.
Görsel Sanatlar; resim, sinema, tiyatro, heykel, seramik… Görüntü ve biçime göre oluşan sanatlar.
Ses Sanatları; şarkı, türkü, opera… Sesi, ezgiye dönüştürerek
yapılan sanatlar.
Hareket Sanatları; dans, pandomim, halk oyunları… Harekete ve hareket
biçimlerine dayalı sanatlar.
Karma Sanatlar; her ne kadar sanatı sınıflandırsak da bunlar çoğu
zaman birbirleriyle iç içedir. Şiir, aynı zamanda sesi, sinema ise hem dil hem
hareket hem de sesi birlikte kullanabilir. Ayrıca her sanatın kendine özgü bir
dili ya da dilleri vardır. Resmin ışık, dansın hareket, müziğin ses, sinemanın;
görüntü, ses, dil olduğu gibi… Kullandığı dil açısından ‘karma sanatlar’ diye
de bir sınıflandırma daha yaparsak yanlış olmaz.
Sayısal Sanatlar: Altıncı bir sınıf daha var ki henüz tanımlanmamış ya
da tanımlanması güç olan bir alan: Yapay zekâ veya sayısal teknolojilerin
ürettiği sanat. Bunlar, insan üretimi olmadığı için sanat kapsamında
düşünülmeyebilir. Ne var ki bu tür üretimlerin gerisinde yine insan zekâsı
vardır; fotoğrafta olduğu gibi... Bu yüzden sanat kapsamına alınması daha
mantıklı bir yaklaşım olur. Bana kalırsa
bunun adına da ‘Sayısal Sanatlar’ demeliyiz. Hologram, üst teknoloji
aygıtlarının ürettiği görsel objeler, yapay zekâ çizimleri gibi…
Her sanat dalı, aynı ilkeler üzerinde
yürüyen sürece ve aynı amacı taşıyan bir yapıya sahiptir. Aralarındaki ayrım,
kullandıkları dil ve yöntemdir. Burada en ayrıcalıklı olansa dil sanatlarıdır;
çünkü düşüncemizin göstereni olan dilimiz, onun temel gerecidir. Örneğin resmin
gereci ışık olduğundan, ressam ikinci bir dili kullanmak zorundadır. Yani
düşündüğünü ek olarak ışığa dönüştürmesi gerekir.
Hangi sanat alanı olursa olsun ortaya
çıkan sonuç, gerekli sanatsal öğeleri taşıyorsa biz buna yapıt diyoruz. Öyleyse
bir yapıtta en az neler bulunmalıdır?
Bilindiği gibi yapıtın, sanat
felsefesine göre ön ve arka yapısı vardır. Bunlar, nesnel ve duyusal yapı diye
de adlandırılır. Bir anlamda görünen kısmı nesnel, görünmeyip duyumsanan kısmı
ise duyusal yapı olarak ele alınır. Yapıtın ne olup olmadığını anlamak için,
nesnel ve duyusal yapı kavramlarını, zihnimizde çözmemiz ve yapıt üzerinde
işlevleriyle birlikte görebiliyor olmamız gerekir. Örneğin insan bedenini bir
sanat yapıtı varsayalım: Hücreler dâhil tüm organların oluşturduğu bütün
bedenimiz, sanatın nesnel kısmını; bilinç, duygu veya ruh dünyamız ise duyusal
kısmını içeren yapıdır. Yapıtta görünen ve görünmeyen her parça (öğe), bir
bütünü oluşturur. Diğer deyişle yapıttaki katmanlar, bir sanat yapıtını
oluşturur.
Yapıttaki öğeleri, katman; katmanın
altındakileri de tabaka terimiyle tanımlayacağım. Öyleyse bir yapıtta bulunan
katman ve tabakalar ne anlama geliyor? Katman; yapıtta birbirine benzer
belirli özelliklerin, içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya
niceliklerinin bir arada bulunduğu, birbirleriyle etkileşim içinde olan ve
birbirlerini var eden yapılardır. Örneğin biçim, anlam… katmanı gibi.
Katmanların altındaki yapılarsa tabakalardır. Tersinden söylersem tabakalar
katmanı, katmanlar bir bütün sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli
ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi… Bu durumda yapıtı; ağzı, dili,
duygusu ve diğer organları olan bir beden olarak düşünebiliriz.
Sanat yapıtında bana göre olmazsa olmaz
en az yedi katman vardır. Bunlar; Biçim, Anlam, Ses, Anlatım, Çağrışım,
Coşum ve Estetik Katmanı’dır. Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez;
birbiri içine geçmiş ve birlikte yapıtı oluşturan yapıtaşlarıdır. Bir anlamda
yapıtın dünyaya açılan yedi duyusu ya da yedi organıdır. Bunların öncelikleri
ya da baskınlıkları, sanatın sınıfına göre değişebilir. Heykelde biçim
öncelikliyken, şiirde anlam katmanı daha baskındır. Ayrıca sanatın türüne göre
ek katman da tanımlayabiliriz. Örneğin roman ve öykü gibi sanatlar için
‘karakter yaratma ve karakterin betimlenmesi’ önemli bir konudur. En az yedi
katmandan kastım, her yapıtta bunların mutlak varlığıdır. Heykelde ses katmanı
olmamalı diyebilirsiniz. Heykelde ses katmanı olmalıdır. Heykelin size
bakışında bir görünümü bir de sesi vardır; çığlık atıyordur ya da iç sesiyle
size “Dokun bana” diyordur. Yani fiziksel olmasa bile duyusal olarak bir sesi
vardır her yapıtın.
Yapıtta bulunduğunu düşündüğüm
katmanlar:
Biçim Katmanı: Her yapıtın bir biçimi vardır. Biçim, bazı sanat
sınıflarında iskelet, bazılarında kılıf bazılarında ise devinim şeklindedir.
Bir anlamda biçim, yapıtın taşıyıcı kabıdır. Yukarıda tanımladığımız altı
katman biçim içinde/üzerinde konumludur. Biçimi bir torba gibi düşünürsek,
içine doldurduklarımızla, torbanın aldığı fiziksel ve duyusal şekle, biçim
diyebiliriz. Obje sanatlarında ya da hareket sanatlarında biçimin öne çıkan bir
formu varken sinema ya da şiir gibi sanatlarda daha geri plandadır. Başka bir
deyişle biçim, yapıtın tüm öğelerini bünyesinde konumlandıran bir yapı olmasına
karşın bazı sanat alanlarında ön planda olmayabilir.
Anlam Katmanı: Sanatın hangi dilini kullanırsak kullanalım, ister
hareketi ister ışığı ister çizgiyi ister sözü; yapıtta kullandığımız dil, bizim
anlamlandırdığımız somut, sanal ya da soyut varlıklara dayanmak zorundadır. Bu
da; her çizginin, her ışığın, her sesin, her dizenin, her hareketin bir anlam
içerdiğini gösterir. Dilsel ve simgesel olarak yapıtta kullandığımız her şey,
bir veya birkaç anlama yönelir. Dizede kullandığımız her sözcüğün kendi
bağlamında veya kullanıldığı yere göre üzerine giyindiği bir anlamı vardır.
Kaldı ki anlamı olmayan dize kurmak, olası değildir. Sadece algımızın
alışkanlığı olan bütünlüğü oluşturmayabilir. Özetlersek, anlamın derinliği
kadar da yapıtın ağırlığı olacaktır. Anlam, aynı zamanda diğer katmanlarla da
ilişkilidir. Örneğin çağrışım katmanı; anlama, sesin anlamına, ışığın anlamına
hareketin anlamına bağlıdır. Her katman açıklamasında yinelememek için bir kez söyleyelim:
Bütün katmanlar birbirine bağımlıdır; birbirini kurar ve bir bütünlük
oluşturur. Anlam, anlatım ve sesin bir bütün olduğu gibi…
Anlatım katmanı: Her yapıtın kullandığı dile bağlı olarak kendine özgü
sınırsız bir anlatım tekniği vardır. Işıkla, hareketle, sesle ya da dille… Anlatım, anlam ve sesle eşgüdümlüdür, aynı
zamanda da eş zamanlı işler. Heykel, görsel bir anlatımı öne çıkarırken şiir,
dilsel bir anlatıma yönelir. Sonuçta her yapıtın bir veya birkaç anlatım gereci
ve düzeni vardır. Şiir, ses ve dili kullanırken sinema filmi, görüntü, ses,
hareket ve ışığı anlatım gereci olarak kullanır. Anlatım, anlamı ne kadar
güçlendirebilirse estetik değer de o oranda artar. Bütün sanatlar, anlatımın
anlamı güçlendirmesi üzerine kurgulanmıyor mu? Bu yüzden anlatım; incelik,
farklılık gerektiren, yapıta rengini ve tınısını veren bir katmandır.
Ses katmanı: Ses, anlam ve anlatımla bir bütündür. Özellikle dil
ve ses sanatlarında… Bu bütünlük, duyarlılığı artırıcı bir güçtür. Sesin insan
üzerinde yarattığı duygu değeri çok yüksektir. Yani duyusal ve anlamsal etkisi
güçlüdür. Biçim gibi ses de fiziksel bir katmandır. Yapıtta sesten söz etiğimiz
zaman, ezgiye dönüşmüş sesi anlatıyoruz demektir. Konuşmanın bile ezgisi
olduğuna göre gürültü dışındaki her ses, kendi başına ezgi demektir. Müzikte
başka, şiirde başka, resimde başka bir biçimde görünüşe çıkar. Sonuçta pandomim
bile olsa kendine özgü bir sesi vardır. Anlam ve anlatımla uygun ve yetkin
kullanıldığında, estetik değer yaratma gücü yüksektir. Müziğin ya da şiirin
duyarlılığı artırması ve duygusallığı kolay tetiklemesi bundandır.
Yukarıda açıkladığımız dört katman,
yapıtın fiziksel ya da nesnel katmanlarıdır. Bu aşamadan sonra anlaşılması ve
anlatımı daha zor olan duyusal katmanları ele alalım:
Çağrışım katmanı: Çağrışım; ses, anlam ve anlatımın verilerine
dayanarak; kişinin bilgi birikimine, yaşamsal ve duyusal belleğine, izlerden
yaşamsal birikime, oradan imge ve görüntüye, görüntüden imgelem[2]e
ulaşan; insana özgü bir özelliktir. İnsanın düş ve düşünsel evreninin sınırsız
eylemidir.
Sanatın temel taşıdır çağrışım. Amaç,
çağrışımın güçlü ve çoğul olmasıdır. Başka deyişle kurduğumuz çağrışım
çekirdeği[3],
yarattığımız çağrışım yelpazesi[4]
ve çağrışım saçağı[5];
ne kadar geniş bir alanı tarıyorsa/yayılıyorsa anlam o kadar derin ve çağrışım
aynı oranda güçlü demektir. Gerçek anlamda, gösterenle gösterilen örtüşür.
Bunun duygu değeri zayıftır. Oysa sanatta aranan ölçüt; değişmece, değinmece,
benzetme, alışılmadık bağdaştırma gibi tekniklerle yapılan güçlendirilmiş anlamdır.
Derin anlam, güçlü anlatım ve nitelikli ezgi; çağrışımın doğum yeridir. Bu
yüzden sanatı sanat yapan şey, çağrışım yelpazesinin genişliği, uzunluğu ve
çoğulluğudur. Çağrışım ne kadar çoğul ve güçlüyse imgelem yaratma yeteneği o
oranda güçlüdür. Sanatı çözümlemede ya da ölçümlemede, temel ölçütlerimizden
bir tanesidir. Yazınımızda üzerine gidilmeyen bir konu olmasına karşın
eleştiri, inceleme ve sanat çözümlemesinde; önemli bir ölçüttür ve akademik
olarak ayrıca ele alınması gereken vazgeçilemez sanat-insan ilişkisidir.
Coşum Katmanı: Coşum; yapıtın duyusal varlığından doğan,
izleyicideki duygulanmanın, duyarlılık yaratmanın eylemsel sürecini içeren bir
katmandır. Olumlu ve olumsuz her tür duygu durumunun taşkınlığa yönelme
süreciyle ilgilidir. Bir başka deyişle, olumlu duygunun doğurulmasından
taşkınlaşmasına kadar olan ruh durumudur. Yapıtın amacı, duygunun harekete
geçirilerek taşkın diye belirttiğimiz kıvama dönüştürülmesidir. Görme, anlama,
sezme ve kendini duyumsama gibi duyusal, bilinçsel ve ruhsal eylemler; duygu
durumunun taşkınlaştığı, yani duyarlılığa dönüştürüldüğü zaman farkındalık
kazanmaya başlar. İşte estetik beğeni dediğimiz olgu da bu aşamadan sonra
işlerlik kazanır. Kısaca coşum, estetik beğeninin bir alt aşamasıdır. Coşumu;
çekici görünüş, derin anlam, güzel anlatım, nitelikli ezgi ve güçlü çağrışım
ortaya çıkarır. Yani yapıtın duygu değerinin okur duygularıyla bütünleşmesi
sonucu doğan duygu durumudur. Yapıta giydirilmek istenen elbise ve yapılan
makyaj, diğer söyleyişle sanatsal teknikler; coşumu en üst düzeye çıkarmak
içindir.
Coşum, öznel bir durumdur. Çözümlemede,
eleştiride ya da incelemede; öznel tutuma gebe oldukça fazla açık yan
barındıran bir katmandır. Kişinin yaşamı algılama ve tutuş durumuna göre şekil
alabilir. Kimilerinin Nazım Hikmet Ran’ı şair olarak dikkate almazken Necip
Fazıl’ı öncelemesi bundan kaynaklanır. Daha başka nedenleri de var ama konumuza
bulaştırmayalım.
Estetik Katmanı: Yapıtta amaç, estetik değer yaratmaktır. Her sanat
dalının temel yönelimi olabildiğince estetik değere sahip olmaktır. Estetik
algı, estetik kaygı ya da estetik tavır diye adlandırdığımız insan-yapıt
arasındaki ilişkiden doğan duyusal durum, estetik beğenidir. Beğeni, çok
değişkenli bir insan eylemidir; kişinin yaşamında eriştiği, yaşadığı, özlediği,
öğrendiği ve gördüğü tüm bilgilerin rol oynadığı duyusal bir sonuçtur. Ayrıca
izleyicideki beğeni, kişi ve toplum bilincine göre de görecelidir. Sanatçı ve
yapıtın amacı estetik beğeniyi sağlamak, izleyicinin amacıysa estetik yaşantıya
girmektir. İşte bu karşılıklı ilişki, estetik bilimiyle açıklanabilir bir
süreçtir.
Yapıt, estetik algı ve estetik değer
yargısını gıdıklayabildiği, duyguları ve zihni estetik katmana taşıyabildiği
kadar güzeldir. Sonuçta estetik değer; yapıttaki biçim, anlam, anlatım, ses,
çağrışım ve coşumun görevdeşliğinden doğar. Beğeniyi, yapıtta mutlak var olan
katmanların her birinin kendi içindeki güzelliği ile hepsinin bir bütün olarak
görevdeşliği sağlar. Zihni ne kadar sarsıyor, aklı ne kadar sendeletiyor,
duyarlılık ile duygusallığı ne kadar tetikliyor ya da ulaşılmazlığı ne kadar
güçlü duyumsatıyorsa işte o gerçek bir yapıttır. Bu durumda yapıt, sanat değeri
taşıyor ya da estetik değere sahip, diyebiliriz. Bir yapıt karşısında
izleyicinin; aklının sarsılması, hayranlık duyması, ulaşılamazlık duygusuna
girmesi; duygularının ele geçirilmiş olduğunu gösterir. Yapıtın amacı,
izleyicinin duygularını ele geçirmek değil midir?
Sonuç olarak yukarıda açıkladığım yedi
katman, bir bütünü oluşturur ve bu bütüne yapıt adı verilir. Bir şiir, öykü,
tablo ya da opera gibi… Bu etkinliğin adı da sanattır. Her bir katman, ilgili
olduğu bilimlerin ilkeleriyle incelenebilir, daha nesnel bilgilere
ulaşılabilir. Anlam katmanı; anlambilim, göstergebilim ve dilbilim; anlatım
katmanı, anlatıbilim; ses katmanı, sesbilimle…
Kısaca tanımlarsak sanat, sınıfına özgü
diliyle estetik değer taşıyan ve estetik algıyı tetikleyen insan yaratımı bir
etkinliktir. Dinamik ve açık dokulu bir tanımlamaya gidersek sanat; bilgi, yetenek, ortam ve sezgiye
koşut, insan algı ve değer yargısı bağlamında belirli katmanların görevdeşliği
ile biçem alan etkinlikler bütünüdür. Yapıt; hangi sanat döneminin, akımın
ya da ekolün içinde doğarsa doğsun, sonuçta aynı katman ve tabakalar ile
çağının ve değişimin öngördüğü ek katmanları içerir. Buna karşın sanat, dinamik
bir yapıdadır; keşfedilmemiş sınırsız ve sonsuz bir hareket alanına sahiptir.
Üretilen bilgi, kültür varlıkları ve zamanın aldığı değerler oranında
gelişir/yenilenir.
Çözümlemeli
Bakışın Getirisi
“Sanata çözümlemeli bakış nelerin önünü açar”
sorusunun yanıtını örnekleriyle görebilmek için şiir sanatını temel alacağım.
Bütünlüklü ve insanlığa mal olmuş bir şiiri ele aldığımızda, şiiri oluşturan
tüm katmanlar ve bu katmanların birbirleriyle ilişkisi çözümlenebilir. Her
katman, kendini ilgilendiren bilim alanlarıyla değerlendirildiğinde şiir sanatı
hakkında açığa çıkmamış boşluklar saptanabilir. Örneğin çok yerde yazılıp
çizilmiş olan “Biçimi, öz-içerik oluşturur” söyleminin, eksik bir saptama
olduğu ya da kullanılabilir bilgi içermediği görülebilir.
Öncelikle sanatı tüm varlık yapılarıyla
görmemizi sağlar. Yapıttaki her katmanı, ayrı ayrı inceleyip aralarındaki
ilişkiyi çözmemizi kolaylaştırır. Her şiirin yaşayan bir varlık olduğunu,
belirli öğelerin görevdeşliğinden doğduğunu, yaşamla insan ilişkisinin bir
göstereni olduğunu duyumsamamızı sağlar.
Şiir nasıl yazılır, yaratılır, hangi
katman hangi katmanı güçlendirir, bunların görevdeşliğinden nasıl bir sanatsal
değer elde edilir, sorularını aşama aşama inceleyerek “Sanat nedir” sorusuna
daha kolay yanıt bulmamıza yol açar.
Sanattan söz ediyorsak amacımız, şiirin
anlamsal değerini ortaya koymak değil; anlamın şiire kattığı sanat değerine
karar verebilmektir. Anlam katmanını; anlambilim, göstergebilim, nörobilim, toplumbilim,
ruhbilim gibi… ilgili bilimlerle ele alıp incelediğimizde, yapıtın sanat
değerine katkısını daha kolay saptayabiliriz. Öyleyse şiirden ulaşılan ve
duyumsanan anlamın, sanat değerine olan etkisini gösteren tanımlama ne
olmalıdır, sorusuna götürür bizi. Şiirin sanat değerini tanımlamak için
anlambilimin öne sürdüğü gerçek anlam, yan anlam, değinmece anlam gibi anlam
öbekleri, amacımıza uygun veri sunmaz. Sanat değerini ya da niteliğini ortaya
koyabilmek için bu anlam öbeklerinin dışında tanımlanması gereken başka bir
yöntem ya da işleyiş var mıdır, diye araştırmaya iter. Örneğin bu soru, okurun
algısı ve anlaması ile yapıtın ortaya koyduğu anlamın,
beklenmeyen/kastedilmeyen bir sonuca yönelebileceği kuşkusunu doğurur. Şiirin
imge gücüyle okurun ulaşacağı imgelem, her zaman imgenin sınırları içinde
olmadığını biliyoruz. Yazılanla anlaşılanın, imgeyle imgelemin birebir örtüşmek
zorunda olmadığını anlatıbilim de söyler. O zaman burada tanımlanmamış bir
işleyişin varlığı önümüze çıkar. Bu işleyiş, nasıl tanımlanabilir? Yanıtlamamız
gereken yeni bir sorudur.
Örnek olarak bu
işleyişi özetleyeyim: Okur; kendi yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve
belleğine yaslanarak, şairin şiirinde gerek kastettiği gerek kastetmediği
anlatım ve anlam örgüsünden bazı ipuçları yakalar; bu ipuçlarından
beklenilmeyen imge, imgelem, olay ve görüntülere ulaşabilir.
Bu durum ratlantısaldır ve kuramsal bir süreçtir. Şiirle her okur arasında
oluşan bir durumdur. İzlenebilir, denenebilir, genellenebilir ve aynı sonuçlara
yönelen bir işleyiştir. Bu işleyişten, anlam katmanının altında yeni bir anlam
tabakasının varlığı saptanabilir. Bunu, rastlantısal anlam tabakası ve aynı zamanda rastlantısal anlam kuramı
biçiminde ele aldım. Şiirin anlamı, okurun çağrışım yelpazesini ve imgelem
yetisini ne kadar güçlü tetikliyorsa şiirden ulaşılan rastlantısal anlam o
kadar iyi demektir. Bu durum, şiirin sanat değerine o oranda katkı yapıyor
anlamına gelir.
Şiirde ses katmanı; ritim, ton, vurgu
gibi parçalarüstü sesbirimlerle geçiştirilir. Hatta yazınımızda, şiirdeki sesin
ayrıntılı ve ilgili bilim alanıyla incelenmiş bir kaynağı yoktur. Aslında
sesin, şiirin anlam değerinden daha fazla duyguyu tetikleme gücü vardır. Buna
bağlı olarak sanat değerini daha da güçlendirme olanağına sahiptir. Sesin şiire
kattığı sanat değerinin göz ardı edilmesi, ezberci ve usta çırak yöntemiyle
şiire yaklaşmamızdan kaynaklanır. Çözümlemeli bir bakışla ele almış olsaydık bu
ayrıntılar bugüne kadar geliştirilir ve yazınımızda yerini alırdı.
Şiirin sanat değerini ortaya çıkarmamıza
yarayan bir diğer konu ise çağrışım katmanıdır. Çağrışım, her sanat yapıtı
karşısında izleyicide oluşan bir eylemdir. Bu eylem başlı başına bir araştırma
konusudur. Yapıt karşısında oluşan çağrışım sürecini incelediğimizde yanıt
bekleyen pek çok soru ortaya çıkabilir. Her imge, her okuru imgelem sürecine
sokar. Her yapıt her okurda farklı çağrışımlara yol açar. Öyleyse “Burada
kuramsal bir işleyiş olmalıdır” kuşkusu doğar. Amacımız sanatsal bir sonucu
ortaya çıkarmaksa kuramsal işleyişin nedenlerini ve etkilerini ortaya koymamız
gerekir.
Çağrışım, gerek şiir dili tekniği gerek
doğrudan gönderme gerek imge gibi yöntemlerle yapılsın; bellekte, bilinçte ve
bilinçaltında var olan bilgileri uyararak okura yeni imgelem olanakları sağlar.
Okurun yaşamsal izlerini ve değerlerini kurcalayarak, okurda öne çıkan
bilgilerle yeni anlam alanları yaratır. Bu alanlar, çağrışımsal imgelem
alanlarıdır ve sanat değeri konusunda önemli veriler sunar. Tanımlanması ve
ayrıntılı incelenmesi gereken bir işleyiştir. Çünkü, çağrışımsal imgelem
kuramı; insan ve yapıt arasındaki etkileşimin doğal ve mutlak bir sürecidir.
Benzer etki-tepkiden benzer sonuçlara yönelir.
“Sanata çözümlemeli bakış nelerin önünü
açar” sorusunun yanıtını, daha fazla uzatmadan ulaşabildiğim bilgi ve sonuç
kapsamında özetleyeyim:
* Açık kapı bırakmayan, öznelliği en az
düzeye indiren, dinamik bir şiir/sanat çözümleme tekniği,
* Katmanların incelenmesi sonucu, yeni
kavram ve sanat terimlerine ulaşılması; çağrışım çekirdeği, çağrışımsal
imgelem, durumsal estetik değer gibi,
* Rastlantısal anlam kuramı ve
çağrışımsal imgelem kuramı gibi sanat değerini saptamaya yönelik iki kuram,
* Katman yöntemiyle işleyen, dinamik,
ilgili bilimlerine dayalı, her sanat türü için geçerli, öznelliği en az düzeyde
tutan bir eleştiri sistemi,
* Ayrıca sanatın hangi dalı olursa olsun
öz-içerik-biçimi konusunda genel bir görüş verdiği gibi uygulaması ve yaratımı
hakkında daha somut veriler,
* Şiirin sağından girilir, solundan
girilir, şöyle yazılır, böyle yazılır gibi genel söylemleri bir kıyıya itip
şiir nasıl yaratılır sorusuna altı dolu yanıtlar sunar.
Bunlardan sonra ayraç içinde şunu da
belirtmeliyim: “Kuramsal bilgiyle iyi şiir yazılamaz” anlayışıyla yetişmiş ve
ısrarla bunu savunan bir şair ve akademisyen, bu bilgileri önemsemeyecektir.
“Yeni bilgi, sanatsal kavram ve terimler; bu tür bilgi ve yaklaşımla
üretilebilir, sanat dünyasına kazandırılabilir” önermesi kanıtlanmış olsa bile
bugün için önemli bir sonuç doğurmayacağını ilk bakışta görebiliyorum. Bilgi,
kullanılabilirse geçerli ve değerlidir. Bunun yanında yeni bilgiyi
kullanabilecek donanım gerekir. Amacımız, “Üzüm yemek mi yoksa bağcı dövmek
mi?” tam anlamıyla bunu şiir dünyamızda saptamış değiliz. Öyle bir sanat
kültürüne sahibiz ki neyi neden ve nasıl yapacağımıza değil; yapılmışa öykünmek
dışında yeni bir tutum geliştirecek gücümüzün olmadığını düşünüyoruz. Oysa
bugünün beyni öylesine çok, öylesine güçlü bilgiye sahip ki bunları örgütleyip
kullanabilse… 11 Mart 2022-20 Nisan 2022