Şiir Sarnıcı Şiir Seçkisi (Şiir Sarnıcı'nda Yayımlanmış Seçki Şiirler)

 Şiir Sarnıcı 9. Sayı Şiir Seçkisi

Selami Karabulut
AÇILAN MESAFE

kapanıyor birer birer yüzüme
telaşla çekilen perdelerin kasveti
 
sabahın sevinci dalgalı deniz
yorgun adımlarıyla geliyor akşamlar
 
buraya kurulmuş dönme dolabım           
binenle oyalanır gidenle acınırım
 
gün biterken nereye çekilir gölgeler
kaç karışlık cücedir caddelerin telaşı
 
ve neden yüksek evlerin boyundan
herkesin mahremini gizleyen eşikler
 
çözüp göğsümün düğmelerini
orda mı diye yokluyorum yaramı   
 
ne hoş bir tesadüfle çekiyor içine
dağınık adımlarımın sarhoşluğunu 
 
duymuşum gibi bir pikabın cızırtısını
kızgın yağda yanmış soğan kokusu
 
az önceden kalsa da şimdinin yorgunluğu
her solukta derinleşiyor açılan mesafe
 
bakması gibi birbirine iki yabancının 
karşı karşıya duran bir köprünün ayakları
 
yakındır bir adım ötede fısıldanan söz
ama bir ölünün son soluğu kadar uzak  
 
yokuşun başında sohbet ettiğim ben
benzemiyor artık vadide yürüyen bana  
 
ve neden kurutmaz alnımdaki teri
saçlarımın kokusunu getiren rüzgâr 
 
tanımadığım bir dalgınlıkla sallanıyor
az önce beni yolcu eden elim
 
ah nasıl da hoş bir tesadüfle kokuyor
eski bir plak gibi cızırdayan soğanın acısı   

Rıdvan Yıldız
GÜZ EKSİĞİ

Yapraklar intihara yürüdü
Güzü öğreniyor soğuk kuşlar
Kendini kapatıyor ağaçların sesindeki çığlık
Veda satılacak bir şey değil

Atları ölen ekin tarlaları hazan

Gözlerimde uçsuz bucaksız deniz
Çiçeklerin canı avcumda
Ömrüm gecenin merdiveni iniyorum

Kurak bir bozkırda sınırsız bilgelik

Ve doğuya bakan sfenks tebessümü 
Güneşli kavak ağaçlarında
Fakat bana öğretmediler yağmurun kapıları yorduğunu

Kent ayağa kalktı

Çocuklar düşerken uykulardan
Ferhat aşkı öğrendi dağın ardında
Kadınlar meydanlarda ünlem işareti
İstif istif renkler dökülüyor ağaç dallarından

Gayesiz bir hayat / elemli 

Öper yalnızlığımı
Çünkü habire yeniliyoruz
Simli cümlelerin tazeliğine
 Önce şafağı tazelemeli insan

Toprağı sürüyoruz tohumu öğretmek için

Kuşlar gökyüzünün uykusu
Bölük pörçük ediyorlar rüyalarımızı
Histeri belirtisi alçak rakımlı sözler

Gülenle de gülünmüyor her zaman

Şimdi bomboş bir havza gözlerim
Susmayan şarkıların ağrısı yüreğimde
Güz yapraklarında hasret kuyular buluta

Kimse kimseyi anlamıyor kimsesiz kalmadan

İyi ki gidenler var tenimizi acıtarak
Güz eksiğiyim düşen yaprağın peşinde
Çiçekten çalınmış yoğun bir akşam
Beni topla anılardan başlayarak 
                                        Mart 2020

Yaşar Özmen

UMUT

(Güncel Sanat Dergisi 11. Kaygusuz Abdal Şiir Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü)  

 

Beklentimin ucunda umman, umut garım

Kaygımı diriltir sıska gül yapraklarında

Sağanak gölgeler her sabaha, kadim kalabalığım

Acılar tortusu kördüğüm, fren sesi raylarında

Puslandıkça uzaklıklar, kurnazca daralır ufkum

Benden yana ağmadı hiç, kantarın topuzu ne keder

Kaygı küpü, duvarı hunharca yıkılan her hücrem

Olsun yaşamak ince iştir, durduk yere ağlanmaz ki…

 

Ne kalelerdi devraldığımız burçları insan manzarası

Ne güzel çocuklardı toz dumanda oyunsuz büyümüş

Yüce sevdaydı o, adını özgürlük koyduğumuz

Tutkuydu o, başarmakla yaşamayı bir koştuğumuz

Çeşitliliğin birlikteliğinde coştuğumuz yağız tenler

Çokluğun tekliğinde buluştuğumuz kuşetli trenler

Demir alsa umut garından, başında kavak yelleri

Islak bir sabaha varır mı bahar mı bahar kokulu?

 

Nerede o çocuklar, kaleler, aşklar, beklentiler

Zamanı kurşuna dizen kusursuz kalabalıklar

Hımbıl sesiyle yüklenir, sürtünür, yıkılır belleğim

Savunamam bu utancı, dört yandan vuran tipi var

Tütsülü öykü, ağdalı inkâr, besleme sürüler

Ne insan ne yaşam ne ray ne gar ne de sen-ben

Değilse bir diğeri o değil; nedense ötekinin ötekisi

Tutulu yollar, her yol tek gişede son, kesik biletim

Halay çeker harman yerinde, uzanmış mendili ciğerime

Var gitsin, kepçe kepçe yemekle tükenmez memleketim

 

Onulmaz bir kere ölüm orucuna dadanmış aklım

Olsun aşktan öte ne yükümüz var da

                                               yolumuzdan kalalım

 

Hey bu gardan kalkan umut

                                     ayaz mı kuru ayaza harman

Üzme, en dar zamanda bile

                                     sıkı aşklar yaşanır her zaman…   

                                                             Ekim 2020



 

Seval Arslan
CÜMLE KAPISI

 
-gün güne tutsak, insan insana tuzak-
sonsuz boşlukta göktaşları
evrenin yaratılışı kadar eski
ilk insandan yaşlı
 
zamanın çatlağında ışık, cılız
mabetlerinde tapınırken yezitler
ters döndü pusulanın oku
akbabalar kapladı yeri, göğü
 
hücrelerde çekiçlendi aydınlığı dokuyan sesler
dar geçitlerden taşındı ölüler
dağ yamaçlarında kül rengi sessizlik
 
yuvarlandı kayalar, ırmaklar kurudu
yıldız çiçekleri soldu bir bir…
 
çağın omzunda siyah şal
 
kuyunun derinliğinde bir resim puslu
kuşların yüzü yoktu, insanların…
 
cümle kapısının kırıldı mührü
üflendi yürek atışlarına kızgın toz
söz üşüdü
                   su üşüdü
                                     üşüdü yaz
 
ey tanrım kötüleri -yok- yaz
 
gür ışığın altında
dirilsin kemikleri ölülerin.


 Elif Burcu Özkan
ALTIN DİŞLİ YAŞLI KADINLAR

 
Ben bir küçük umut kızı
Koşulsuz Polyanna
Ateşle oynamayı seven dağ keçisi
Sesine salınır nefesim
Süt giysili kara mizahçının
Gözlerimi kalın bir kuşakla sarıp
İterim sırtından
Zihnime nakışlı deneyimleri
El âlemin geçici bulutlarından
Neşeli gün toplarım saçılır yere
Omurgam bin yerinden kırılır
Demir kalpler soğutur çılgın aklımı
Coşkun eteklerim çekilir taşlarına
Toplayıp derslerimi göz göz topraktan
Vururum on ikiden yine alnımda
Ruhumdan başlar hep kopmalar
Dünden uzar gölgelenmeye
Ağırbaşlı meltemlere saklarım siluetimi
Böyle lokma lokma yuttuğumda tüm zamanlarımı
Çitilerim ceketime iliklediğim özverileri
Gurur pul pul dökülürken derimden
Uçuşan tembihlerimden yazılır aforizmalarım
Altın dişli yaşlı kadınlarım
Eritip onları sürerim kirpiklerime
Göz kapaklarım hatırlatsın diye
Her kanat çırpışında dünyaya
Dudaklarımı onlarla boyarım kor kızıl
Konuştukça işlesin içime, uyaran alevleri
Ben şekerli söze kanan küçük kadın
Özdeyişli, pembe bir çizgi film
Kendine gitmeler biriktirmiş
Yanlış savaşçı
Çocukluğum sevinsin diye
Zorluyorum hayatı



Şiir Sarnıcı 8. Sayı Şiir Seçkisi


İbrahim Ağören
YALNIZLIĞIMIZ ÇİÇEK ADLARINI BİLEMEYİŞİMİZDENDİR

 
Sesim düştü bir boşluğun üstüne
Kırıldı art arda inleyen tını.
 
Ağrı korkudan fazla sevilir bizde
Bitmemiş senfoniler eşliğinde.
 
Bir avuç kanlı ses bu iççekişler
Görüyorum dut ağacı altındaki çocukları.
 
Tüm keşkeler bir kapı arar durur
Yazılı kâğıt konup bırakılan şişeler gibi denize.
 
Söylenti güzel bir dişidir gene de
Yorgun bir kara’nın  ağıdı gibi
Sese sinen korkular duyulur elbet
Adı unutulmuş şair mısralarında.
 
Notaların çizdiği acı çığlıklar
Bir ümitsiz kösteklidir şimdi
Yalnızlığımız çiçek adlarını bilemeyişimizdendir
Peki neye yarar o zaman bunca okur yazar
Hala öldürüyorsa biri ötekini?
 
Bir ışık buldum kimseye tutmam
Sırrımı söylemem sır olur gider.


Nilüfer Uçar
TEN ÇIPLAK
 
kalsın zamanın büyülü çıkını
       perdesiz gözlerimin ışığı
       uzağa düşen ırmağın ruhunu taşır
şiire bırakılan dudak payı
alçakgönüllü sokulur mahzun dizelerimin  koynuna
göğün renkli gözlerini ağlatır
yine de yazarım
ten’siz şiirleri
 
güneş kızıl tarlasında yaşar aşkını / üryan ve hovarda
gecenin iç gömleği el yazmalı / yastık düşlü
uzun rüyaların yatağına okunan karınca duası
rüzgârın her sayıklamasında
dul parçalarını toplar kibirli yaşam
ücralara yerleşen ne varsa düne dair
yine çıplak tenli şiirler
yine yorgun dizeler
 
artık zamansızlık
denizin teninde kaybolan yağmur damlasıyım
ne tahta isterim kurtaracak
ne dalga isterim kıyıya vuracak
mavi kanat isterim yüreğimin epriyen sofasına
tenim çıplak
 
flu bir portre / hasarlı yüzde aranan sen
sustu çilingir sofrasında iki kadeh
kendime efkâr, kendime sarhoş, kendime serseri
kaybolup yeniden doğmak Zümrüdüanka teleğinde
çıplak bir yalnızlık hiç değil
bu tutku
göğe bakan gözlerime
teni çıplak şiirler yazdım
yine de          
                                              6 Şubat 2021


Orhan Boztaş
GÖNLÜME YAT BU GECE

 
Limanı yanan şehirdin
Bir balık denizi özler gibi
Karaya çarptım gözlerimin tuzunu 
Parçaladım kendimi
Yağmur da ıslaktım
Bak şimdi sana bir bulut aldım
Boynuna sardım kollarımı 
Birkaç gezegen içinde
Gözüm kapalı sevdim...
Yıldım vaktinden önce batmayı
Yıldız düşüydün kayıp giden
Kalbimle konuştum adam gibi
Dinletemedim...
Görmüyorum yine
Hayallerimde koşan kehribarı
 
Gemiler alacaktım
Göğsünde diz çöken kalbimle battım
Öpmeye saçlarına düşen yıldızdan başlasam
Mavi çizilir dudağının haritası
İçinde balıklar gülümser
Ben ağlarmışım meğer
Ey bu dağın denizi
Ağlayan bir nehir gibi geçen içimde
Kar düştü yollara
İskele de demirlemedim seni
Nasıl batıyorsun gönlüme bu gece
Yaralı ceylan kalbime demir at 
Dağlara gel...
Dağlar saklamazsa gönlüme yat bu gece



Çiğdem Güner
SÖZ YAĞMURA YAĞDI 

 
sırtımdaymış, okşayınca bildim kanatlarım 
özgürlüğüm kuş, vurulmuş ağzından 
annemi alıp hızlandırmış zaman 
gel de bilme kaç yaşındaydın  
gökyüzünce ağlamış yüzünün ovasına bulutlar 
sus, 
kelimelerin altında bir büyük yorgunluk 
 
biraz burada bekleyelim sessiz 
çekip ağzımızın ipliğini bir küflü uykudan 
 
zamana ağır geldi insan eti 
kaldıramadı 
yükü yüklenmeden omuzlarına 
düştü yazı 
söz yağmura yağdı 
 
altımdan dünyayı aldılar 
kağıttan korkuları bindirip denizlere 
bir buzlu şarkı şakağımı yaktı 
 
ellerinmiş, bildim dokununca 
yalnızlığımı 



Canan Gürtunca Sanlı
GECENİN KANATLARI    

 
Gecenin kanatları çırpınan denizi sarar
balıklar şaşkın kuytu köşelerinde
kiminde hüzün, kiminde efkâr
nağmeler almış başını gider
sigaranın dumanına sarmış keyifler...
 
Beyaz bürümcük tülbent sarmış karşı kıyıyı
hoyrat rüzgar savurmuş sevdaları
izleri belirsiz  anıları savruk
hava küskün, begonya suskun
gözleri arıyor koltuğa sinen kokuyu.
 
Tesbih taneleri dağılmış yalnız köşelere
yıldızlar yoldaş, her birinde ayrı sözcük.
 
Yaşam dediğin bir avuç avuntu
sayfalar çevrildikçe, 
bir kuş misali  kanatlanır  gökyüzüne.  
                                 Temmuz 2019, Ayvalık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder